G
Gunul

  • 24 Nis 2022
  • 6 Nis 2022 tarihinde katıldı
  • Sekiz tartışmasında

    MatiG
    Babam sadece arabanın ön koltuğunda oturan bir siluet.
    Beni ait olmadığım evden, bana ait olmayan yurda bırakan,
    Dişlerimi sıktıran,
    Midemi bulandıran,
    Açıp arabanin kapısını kendimi 140km/s ile asfalta bırakmanın hayalini kurduran bir siluet.
    Bastıkca basıyor gaza. Ne acelesi var… Bir an önce kurtulmali benden. Bana baktiginda duyduğu vicdan azabından.
    Gece çoktan çöktü ama içim daha karanlık.
    Bu hız beni ürkütmüyor baba, anlamıyorsun.
    Bana nasihat için cok gec kaldın.
    Bir musibet geldi başıma, göreceğiz, bugune kadar vermen gereken 40 nasihatten daha evla mı olacak, yoksa sonum mu.. Göreceğiz.
    “Konuştuklarimizi unutma. Bu yurttan faydalan. Hocaların dediklerine kulak ver. Sanmıyorum ama belki akıllanırsin. Bir dahakine en ufak bir şeyi yakalarsam, bu hızla arabayi vururum bir duvara biter gider. Anladın mı beni?”
    Anlamaz olur muyum… Ben hep anlamak için bir çaba gosterdim en azından baba. Hep anlaşılmış olmayı da diledim. Dünyaya ait olmayı da…

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Yurtta bir telaş hakim. Müdire Hanımın odası kalabalık. Ağlama sesleri geliyor. Aybuke odadan çıktığında karşılaşıyoruz.

    “Ne oldu? Nohut mu bitti yoksa?”
    “Yurdun önünden kız kaçırmışlar. Müdiremiz de bizim yurttan bir kızı kaçırdılar sanmış, kapıda bayılmış telaştan. Onu sakinleştirmeye çalışıyorlar.”
    “Allah allah. Kimi kaçırmışlar peki?”
    “Ne bileyim. Kız da kaçmak istiyormuş ailesi bırakıyormuş sanırım. Mahalleden birileri işte. Haraçci klasiği.”
    “Gelsene yukarı çıkalım. Anlatacaklarim var.”

    Şeyda odada. Bu haftasonu izin kullanmadı. Oldukça sıkılmışa benziyor. Boynuma atladı beni görür görmez. Ben onun hayatına boyanmış eflatun bir rengim galiba. Gri duvarlarının üzerine oldukça yakıştım.

    “Kızlar, dün babamdan dayak yedim.”
    “Nasıl yani? Ne oldu ki bir günde?”
    “Twitterimi yakaladı. Formati bilmediği icin birine yolladım falan sanmış. Ben de suçu senin üzerine attım. Şeyda kullanıyor falan dedim. İnandı ama bugüne kadar biriktirdiği her şey patladı gibi. Bilemiyorum. Tuhaf ama bana iyi geldi.”
    “Dayak yemek?”
    “Farkedildim kızım. Beni fark ettiler. Yaptığım bir şey kötü de olsa, geri dönüt aldım. Anlıyor musun?”
    “Güzel kardeşim sen o kadar bitik durumda mıydın ya?”
    “Ee boşa mı öldürüyoruz kulaklarla cigerleri…”
    “Heh ciğerler demişken…” Aybuke hafif kızararak çekindiği şeyi söylemeye çalışıyor.
    “Bakın size bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak. Çünkü yasal değil. Yani ne tepki vereceğinizi bilmiyorum. Ama bunu en iyi sizinle paylaşıp sizinle yapabilirim, eğer okeylerseniz.”
    “Ne olduğuna bağlı.”
    “Ot.”

    Benim hayatım olmuş magic mushroom. Böyle bir şeye gerek var mıydı gerçekten…

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Okulda ise sakın bir başlangıç mevcut. Her şey olması gerektiği gibi görünüyor. Keçiler yine güvenlik klubesinin etrafındaki otlara dadanmıș. İbrahim hoca yine girişte gelen geçene sallıyor. Fethi yine kapıda çadırı kurmuş benim geçmemi bekliyor. “Günaydın Fethi.” Mehtap takmış koluna Oğuz’unu, yanımızdan geçerken göz hapsinin dozunu kaçırıyor. Tam sınıfa girecekken biri çantamdan tutup çekiyor. Bu, sinirli sayılabilecek bir çekiş. Furkan.
    “Gel benimle.”
    “Nereye?”

    Okulun arka bahçesine götürüyor beni. Neredeyse sinirden eli ayağı titriyor diyebilirim.
    Arka bahçede, Emrullah ve Bertanin da beklediğini görüyorum ücra bir köşede. Hafiften tırsmiyor değilim. Şeyda özel konuşacağımızı düşünerek bizi yalnız bırakıp sınıfa girmeyi tercih etti. Bu bana başta iyi bir fikir olarak gelmişti ancak şimdi yalniz olduğum için keyifsizim.

    “Evet Mathilda Hanım. Sizi dinliyoruz.”
    “Ha… Ne anlatayım size… Nereliydi.. Heh Likyali.. Likyali erkekler ölülerini gömerken, şeytanın kendilerine musallat olmasından korktukları için, kadın kılığına girip yüzlerini gizliyorlarmis. Hani birine “Şeytan görsün yüzünü.” Deriz ya, buradan geliyormuş bu söylem de…
    “Ne saçmalıyorsun?”
    “Siz ne saçmalıyorsunuz? Ne bu böyle, ne oluyoruz yani? Sizinle arka bahçede bu volumle konuşmam gereken ne olabilir?”
    Furkan hızlıca sağ kolunu sıyırıyor.
    Ufak bir bıçak kesiği görünüyor. Cok derin değil ancak belli ki üzerinden çok zaman geçmemiş.

    “Bunu görüyor musun? O gün seni yurda bıraktıktan sonra dolmuş beklerken biri geldi beni yaka paça ara sokağa götürdü. Ne olduğunu anlamadan bıçağı çıkardı. ‘Mathilda ile görüşmeyeceksin.’ Dedi. Tam gidiyordu dönüp kolumu çizdi sonra defoldu gitti. Bak bu benim başıma geldi ama ilk değil.”
    “Evet o gün buluştuğumuzda dönerken de bir adam bizi takip etmişti. Çok tuhaf bakışlı biriydi. Aldırmadik ama sonrasinda evimizin etrafinda da gördük hepimiz. Seninle alakası olduğunu düşünmedik. Taa ki Furkanin başına bu gelinceye kadar.”
    “Bak Mathilda. Eğer belali bir sevgilin, abin, ne bileyim işte her kim varsa peşinde, söyle rahat bıraksın ya da erkekse çıksın karşımıza emanetsiz. Bu Furkana yapılan açıkça ölümle tehtit. Senin yüzünden böyle bir şey bir daha yaşarsa senin için çok kötü olur, Emrullah dedi dersin.”
    “Hiçbir fikrim yok çocuklar. Ama ben de görüşmek için bayılmiyorum. Bu arkadaşlık burada biter. Aman deyim size bir şey olmasın.
    Ha bu arada Emrullahcigim senin bu dediğin de anladığım uzere bana yapılan açıkça bir tehtit. Ve bu hiç hoş olmadi, bilmiş ol.”

    Bembeyaz kesildim. Ortamın verdiği gerginlik ile baskınlik kurmaya çalıştım. Sınıfa doğru yürürken bacaklarımın titremesini gizlemeye çalışmak için sert adımlar atıyordum. Arkamdan Furkan koşarak geri geldi.

    “Mathilda… Bir şey daha diyeceğim ama aramızda kalsın. Onlara söyleyemedim. Ne bileyim… Ciddiye almazlar zaten. Ancak eğer… Eğer bir anlam ifade ediyorsa, senin de bir fikrin olabileceğini düşünüyorum. Ben… Ben çok kötü… Kabuslar görüyorum. Sen… O adam… Sonra beni… “
    “Furkan! Görüşmeyelim. Olur mu? Emin ol, tatlı tatlı uyumaya devam edeceksin. Hoşçakal.”

    Zaten ne ders ders ne ben benim bu duyduklarimdan sonra. Yaşadıklarım bir dağdan aşağı yuvarlanarak büyüyen çığ gibi geliyor üzerime doğru. Henüz bir şoku atlatamazken, bir başkası… Ben, çevrem.. Herkes tehtit ediliyor. Dayak yiyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Sığınacagım hiçbir liman kalmadı. Sıkıştım.

    Bu okul çıkışı Aybuke ile buluşmaktan başka çarem kalmadı.

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Her gece…
    Her lanet olası gece…
    Orada artık.
    Penceremden görüyorum onu.
    Yurdun karşısındaki hurdalığın içerisinde izbe bir köşede, kimi zaman bir gölgeyi anımsatıyor.
    Kusuyorum. Uyuyamıyorum. Nefes alamıyorum.
    Gastrit oldum diyorum, reflum var diyorum. Sıyrılıyorum insanların içinden.
    Furkan mesaj atıyor birkaç kez.
    Rüyalarının bittiğini söylüyor. Tatlı canımı sıkmamam için haber vermek istemiş.
    Rüyalarınin ana kahramani benim yanımda çünkü Furkan. Ve benim için tatlı canını sıkacak herangi biri bile yok…

    Bir zaman sonra, rüyalarım ağırlaşmaya başlıyor. E. bana beni rahatsız edecek, bildiğini iddia ettiği ailem ve yakınlarım hakkında bilgiler paylaşmaya devam ediyor. Beni gelecek ile tehtit ediyor. Gaybten bildiğini iddia ettiği bilgiler ile beni korkutuyor. Bazen sadece otururken kulağıma fısıldadigini duyuyorum. Artık bana çok yakın. Bunu nasıl yaptığını anlamaya çalışıyorum. Bazen besmeleler işe yaramıyor. Kendimi bırakmış gibi hissediyorum. Bir hayalet gibiyim artık. Ya da ruhunu satmış ölü bir beden desem, daha doğru ifade etmiş olurum…

    O Cuma sohbete katılmak istiyorum.
    Bu sefer farklı bir hoca gelmiş. Sakin ses tonu huzur veriyor. Ne anlattığını duymuyorum, belki de kulaklarimda perde vardır.

    Sadece bir ara…

    “8.ayette bu açıkça belirtilmiş arkadaşlar… O nedenle böyle fal türünden şeylere itibar etmemenizi öneririm.” Dediğini duyuyorum.

    “Ne? Ne 8i? Ne diyor?”

    “Cin Suresi. 8. Ayette canım.”

    Sohbet devam ediyor.
    Ben araştırmaya gidiyorum.

    8-Hakikaten biz (cinler) göğü yokladık, onu güçlü muhafızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk.
    9-Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gözetleyen bir alev topuyla karşılaşıyor.
    10-Bilmiyoruz, yeryüzündekiler hakkında bir kötülük mü murat edildi yoksa rableri onlar için bir iyilik mi diledi?

    Bu kısım, hikayenin gidişatını anlayabilmek adına, ayetlerin tefsirini içerir.

    Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. Varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı (bk. Şevkânî, V, 352-353). 9. Âyetin “Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk” meâlindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Peygamber gönderildikten ve Kur’an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine izin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. Âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. Âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev topları atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzûl sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah’ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber’in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun sebebini araştırırlarken Nahle denilen yerde Hz. Peygamber’le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını söylemiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5).

    Elmalılı, Hz. Peygamber’i göklere, getirdiği âyet ve mûcizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri te’vil etmekte, Kur’an-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayptan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir (VIII, 5404).

    Bazı müfessirler 10. Âyeti şöyle yorumlamışlardır: “Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onları helâk mi edecek, bilmiyoruz” (Taberî, XIX, 70). Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. Âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah’ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir.
    Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 475-476

    İşte şimdi, elime düştün!
    Aciz ve aşağılık olan kimmiş, sana göstereceğim!

    • Sekiz tartışmasında

      Boylesine boktan bir dünyada
      Silinip gitmek üzere rastgele oluşmuş bir toz tanesi olmayı yeğlerdim.
      Herkesin hayatına dokunan, ama kimsede iz bırakmayan o hayalet gölge olarak yitip gitmeyi…
      “Sahi, bir kız vardı… Neydi adı? Kimdi? Gözleri en çok ne zaman parıldardi? Kime aitti elleri? Sevinçleri, hüzünleri, biriktirdiği recalari var mıydı…”
      Siz, en çok kendinizden ödün vereceğinizden korktunuz, hepiniz! ‘Nasılsın’ diye sorduğunuzda sıranın size gelmeyeceğinizden endise duydunuz! Karşınızda solan bir çiçek gördüğünüzde, “Nasıl olsa yeniden gelir bahar.” dediniz. Yeni çiçeklerle avunmayi bildiniz. Sizin baharınızi elinizden alan olmamış hiç, belli. Ne solan çiçek olmuşsunuz ne bahara ulaşamayan. Sadece geçip giden, bakıp gormeyen, duyup işitmeyen kimseler olmuşsunuz!

      Ellerin, bir başka eli tutmayacaksa ne diye yaratılmış olmalı, sen söyle!

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Evdeyim.
      8 gün oldu.
      Uyumayali epey oldu.
      Rüya görmeyeli.
      Gökyüzüne bakmayali.
      Bu mağrur bitik bakışlar, anlamsiz suçlayan sorular ve bazen hiç sormayislar; işte benim layık olduğum!

      Okula git artık cehennem surat. Seni beslemekten bıktık. Evde kimse yokken kavga etmiyoruz. Birileri gelince bizi ayıran olur ne de olsa diye başlıyoruz didismeye. Git burdan, huzur bozan. Belanı bul ve sonra neden bu belayi bulduğun icin bize hesap vermeyi de unutma.

      Yurda dönüyorum.
      Buz gibi sanki.
      Titriyorum, odamda, ranzamdan pencereden dışarı doğru bakarken, içimden ‘şu pencerenin kulbu olsam, daha fazla yararım olurdu insanlığa ve belki daha az zarar verirdi dünya bana’ diye geçiriyorum.
      Şeydalar henüz okuldan dönmemiş.
      Beni görünce ne diyeceğim. Bu onun ne kadar umrunda olacak, hicbir fikrim yok.
      Bundan dolayı endise bile duymuyorum esasen.
      Bana büyük bir gözdağı verildi.
      Ve düşünmem icin epey fırsatım da oldu denebilir.
      “Seni öldüren katile hak vermek”
      Bunun ne anlama geldiği hakkında fikri olan var mı… Ben edindim.
      İnsanların sen mutsuzken veya onların işine yaramıyorken seni çöp gibi savurup atacaklarıni gozlemledim. Şu 8 lanet olası gün, bana bunu öğretti. Ve bu yaşadığım bana ‘beni korumak için yapılmış’ bir hamle olarak yansıdı, ne acı.

      Gerçek bir nefret doluydum. Ve kendime artık tamamen hissiz olmayı öğütluyordum.

      “Aa Mathilda gelmişsin! Aybuke bak kim gelmiş! Nasılsın?”
      “İyiyim ya, toparladım. Malum fazla dağıtmistim, kolay olmadı.”
      “Sen yokken neler neler oldu. Bu Oğuz var ya, Mehtapla sevgililermis. Bizimle buluştuktan sonra Oğuzun benimle samimi konuşması yüzünden kız kıskanıp ayrılmış. Ahah koptum bu olaya. Oğuz da salak her teneffüs yanımda bitiyor. Kızı kıskandırmak için, ben sanki anlamıyorum. Aa ama Oğuzun bir arkisi var offf Burak. Daha önce de görmüştük ya hani uzun boylu mavi gözlü çocuk, hatırladın mı? O da geliyor yanında. Muhabbeti de cok iyi.”
      “Mucahite ne oldu mal Şeyda?”
      “Of diyene bak 5 kişiyle ayni anda konuşan Aybuke Hanım.”
      “Hee sonra bir de Furkan seni sorup durdu. Ailevi problemler için eve geçti gelecek falan dedim.”
      “Ailevi problemler… “
      “Ay İbrahim hoca ne diyor biliyor musun? ‘Devamsızlıktan attirayim Mathildayi da gör ekurisiz kalmayı.’ Taktı sana bu adam ya komedi resmen. Aldin değil mi rapor falan?”
      “Almadım.”
      “Ceydayla Ecem saç baş kavga etti of onu da görmeliydin. Ecemin gözlüğünü kırdı Ceyda. Abi herkes kafayi yedi ya bi gittin. Sen varken olmuyordu boyle seyler.”
      “Kızlar yemek saati! Herkes Yemekhaneye! Mathilda hosgeldin ablacigim. Nasılsın görüşmeyeli?”
      “Iyiyim Naciye Abla sağolasın.”
      “Yemekten sonra tesbihata katılın mutlaka olur mu güzeller?”
      “Imamiz Mati geldiğine göre ön saflarda olacağız Naciye ablacigim.”

      Berbat nohut yemeği. Haftanın neredeyse 5 günü çıkıyor. Makine yağı ile yaptıklarına eminim. Hayatımın geri kalanında uzunca bir süre nohutu ağzıma koymama engel olacak o berbat tat. Kendimi yemek için zorlamayacagim çünkü zaten midem epey ağrıyor.
      “kızlar ben odaya çıkıyorum, nohut berbat.”

      Yemekhanemiz 4 katli yurdumuzun, bodrum katinda. -1’ de diyebiliriz. Zemin katta banyolar ve mudire hanim odasi, büyük sohbet odası ve kantin var. Yemekhanenin merdivenleri direkt olarak giris kapısına ardindan odalara ve banyolara çıkıyor. Koridorun ışıkları kapali her zamanki gibi. Odaların kapısının altından ışık vuruyor. Bu iyi, çünkü burada yalnız yürümek istemiyorum. Banyoya doğru vardığımda kalbim hızlı hızlı atmaya başlıyor. Hem her yeri görmek ve güvende olduğumdan emin olmak istiyorum hem de gözlerimi sıkı sıkı kapatarak istemediğim hiçbir seyi görmemek istiyorum.
      “Mathilda!”
      Yerimden sıçrayıp derin bir soluk alıyorum.
      “Odama gel.”
      Mudire Hanim ondan korktuğumu zannederek üzerimde hakimiyet kurmuş edasiyla özgüvenli bir konuşma yapıyor. Yurdunda olay istemiyormuş. Beni kibar bir dille uyarıyor. Bu, yaşadığım onca şeyin onun icin hicbir sey ifade etmediği, önemli olanin onun yurduna, dolaylı olarak itibarina zarar vermemesi gerektiği anlamına geliyor. Hiç şaşırmıyorum. Böyle böyle, insanlara tepeden bakar hale geliyorum. Sanki artık onların gizledikledikleri yüzlerini biliyorum ve ustteyim. Onlarin bu yönlerine şahit oldukça gözümde küçük düşüyorlar. Ve egoma farklı bir haz deneyimi kazandırmış oluyorum.

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Ilk teneffüste kapıda Furkan beliriyor ertesi gün. Ona karşı mahcubum. Bir yanım bunu umursamıyor. Kimse zarar görsün istemiyorum.
      “Nerelerdesin kaç gündür ya… Neler kurdum. O kadar kötü bir buluşma yaşadık ki tası tarağı toplayıp kaçtın sandim. Neyse ki buradasın. Seni yeniden görebilmek guzel.”
      “Beni yeniden görebilmen mi guzel yoksa benim için her şeyin yolunda gibi görünüyor olması mı?”
      “Nasıl yani…tabiki iyi olman ve burda olman. Yani iyisin değil mi?”
      “Son gördüğünde bu kadar sıkıcı değildim, değil mi?”
      “Sıkıcı mı? Sana sadece bakıyorken bile sıkılmak mümkün degil Mathilda, sanırım farkında değilsin.”
      Kızarmaya başlıyor. İçinden geleni düşünmeden söylemiş olmak onu da şaşırtmış olmalı. Konuyu değiştirerek onu azad ediyorum.
      “Baksana neymiş bu Oguz-Mehtap meselesi? Şeydanin başı ağrımasin sonra bizimki farkında değil ama bu aşk üçgeni onu yakar gibime geldi benim.”
      “Ya, ben de onu diyecektim aslinda… “
      O sırada Mehtap ve arkadaşları bizim sınıfa doğru hırsla gelirken, aklıma gelenin birkaç dakika sonra başımıza geleceğini anlıyordum. Sınıfın içine doğru bakıp Şeydayi bulmaya çalıştım. En arkada başını sıraya koymuş uyuyor zavallım.
      Kizlar yanımda bitiyor.
      “Furkancigim bize iki dakika müsaade et bakalim bu ciciş kizlarla.”
      “Mehtap ne konuştuk?”
      “Ikile Furkan!” Furkan koşarak gidiyor. Muhtemelen takviye getirecek bizim için.
      “Merhaba Mehtap, nasılsın görüşmeyeli, bir sıkıntı yok değil mi?”
      “Valla sıkıntı yoktu. Taa ki siz bu okula gelene kadar. Iki takıldık diye de iyice kendinizi bi bok sandınız biz bu sanriyi bi yok edelim diyoruz.”
      “Edelim, güzelim. Edelim de, bak sana şöyle söyleyeyim. Ben kavga dövüş sevmem. Bu yolla da bir yere varılacagini zannetmiyorum. Sorun neyse söyle, çözelim.”
      “O kaşar arkadaşın, Oğuzun yanına yaklaşmayacak. Ama bugüne dek yaklaşmış olmasının da hesabini vermeli.”
      İtiş kalkış başlıyor. Sesler yükseliyor. Şeyda hanım derin uykusunda uyuyor. Furkan Oğuz ve Gulcanlarla koşarak yanımıza intikal ediyor. Ayak üstü bir ton azar işitiyorum. Mehtap ve havarilerini yanımdan uzaklaştırıyorlar. Neyse ki dayak yemiyorum bomboş bir mesele yüzünden. Şeydayi kesinkez uyariyorum, Oğuz diye biri yok.

      Okul çıkışı servise doğru yürürken, bir el omuzuma dokunuyor.
      “Selam, yine ben. Eğer hemen bıkmayacaksan, servisi ek, yürüyerek dönelim.”
      Furkanin reddilemez teklifi.
      Şeydanin salça olacağından habersiz masumiyet ile edilmiş belli ki.
      Eğlenceli bir üçlü oluyoruz yine de. Yol boyu kahkahalar havada uçuşuyor Haraçcinin illegal dolu sokaklarında. Neyse ki gündüz vakti ve fareler hala yuvalarında.
      Yurdun sokağına geldiğimizde, veda seansi başlıyor. Şeyda ‘eyvallah’ diyerek yurda doğru benden once gidiyor.

      “Evin ters düşmemiştir umarım buraya?”
      “Dolmuşa binip merkeze gideceğim burdan, sıkıntı yok.”
      “İyimis.”
      “Sana mesaj atmamdan rahatsız mı oldun?”
      “Hayır, ben sadece… görmedim mesajını. Yani telefon kullanmıyorum pek. Bence böyle yuzyuze görüşmek daha iyi.”
      “Bunu bir çıkma teklifi olarak algılayabilir miyiz?”
      Utangaç bir gülücük oluşuyor yüzümde.
      Ama onun yüzünde..
      Onun gözlerinde..
      Bir karalti beliriyor.
      Bir derinlik.
      O kızgın ifade.
      Bir adım geri sıçrıyorum. Sesler boguklasiyor yine.
      “Hayır, hayır, hayır, hayır!”
      “Ne oldu!? Mathilda ne? Tamam. Tamam, yani çıkmak yok, sakin ol. Sakin. Iyi misin?”
      Kafamı kaldırıp gözleriyle buluşuyorum. Eşsiz kehribar, şefkat dolu bakışları. Sarılıyorum istemsiz. “Sensin!”

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Bu günün gecesinde, cesurum ve hesap soracağım.
      Benim dalgalı ruh halim olmasa elimde başka da silahım yok zaten. Hiçbir zaman yitip gitmiyorum, her zaman cesur kalmadığım gibi.
      O gece resmen onu çağırıyorum.
      Bunu nasıl yaptığım hakkında bir fikrim yok. Ama hissiyat diyebiliriz.
      Yalnız kalmaya çalışıyorum.
      Hatta banyoya bile iniyorum.
      Ama yok.
      Daha mantıklı bir yol geliyor aklıma; uyumak!
      23.59
      Duran zaman.
      O boğucu hava ve karanlık.
      O koku ve hareket dahi edemeyen ben.
      İşte geldi.
      Cok ağır her sey. Ağzımı kıpırdatmam neredeyse imkansiz. Olmayacak böyle. Zihnim çalışıyor ama bedenime hükmetmem olanaksiz. “Sen söyle.” Diyorum içimden sürekli.
      Ve zahmet edip söylüyor.
      “Eve dön.”
      Bu iki kelime dalga dalga yayılıyor. Yayıldıkca ses çirkinlesiyor. Beni boğuyor. Yine bir çekmeye çalıştığım besmele beni kurtarmaya yetiyor.
      Anlaşılan bu haftasonu Furkan yerine E. İle çıkacağım!

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Cuma akşamı evdeyim, ne olacaksa olsun.
      O gece sessiz geçiyor. Anlaşılan buluşma yerini iyi belirleyemedik. Akıl alır gibi değil ama evet olan bu.
      Cumartesi günü babam oldukça gergin evde, çatacak yer arıyor.
      “Siz hep böyle misiniz anne ya? Ben yokken de?”
      “Yoo aslında iyiydi birkaç gündür ama niyese bugun boyle şekeri mi yükseldi anlamadım.”
      Gün boyu bilgisayardayim. Facebook devri bitti artık. Twitterda o zamanlar olmayan bir kavram olan ‘fenomen’ sayılırım. Üst üste şarkı sözleri paylaşıyorum. Akşam hava kararmaya başlamışken aklıma KSORa gitmek geliyor; tabi ya!
      Bilgisayarı hızlıca kapatıp,
      “Anne bakkala gidiyorum, 5 dakikaya gelirim!” Diyorum. Sesini çıkaran olmuyor.
      Hızlı ve emin adımlarla KSORa vardığımda Orada öylece oturan birini görüyorum. Farklı biri. Ancak E.nin sahip olduğu bedene benzer tipler.
      Yaklaştığımda kokuyu alıyor ve o olduğundan emin oluyorum. Simsiyah gozleri beni bir kaşık suda boğacak bıraksan.
      “Merhaba.”
      Beni boğmak için hazırda bekleyen elleri adeta kenetlenmiscesine sarıyor boğazımı. Sımsıkı. Nefes alamıyorum. Boynumun çatırdadigini duyuyorum. Mosmor kesildim belki de.
      “Seni…” fısıldıyor. “Simdi burada hemen öldürüp yanıma alsam… Tek bir şey söyle. Yapmamam için.”
      Çırpınıyorum.
      Ellerini gevsetiyor.
      “İstemiyorum..” daha önce işe yaramisti onu istememem. Yine işe yaramış olmalı ki, bogazim hurriyetine kavuşuyor.
      Öksürüklere boğuluyorum. Oturduğum yerden önce ayağa kalkıyorum, sonra çömeliyorum. Aglamami durdurmam mümkün değil.
      “kim kimi çağırıyormus söyle hadi! Ağlama aciz insan! Sen çağırdın! Hem benim, hem insanların olamazsin. Benimle ol. Yanıma gel. Sana ne vaad ettiğimden haberin var mı. O değersiz toprak yığını sana ne vaad ediyor? Onunla olsan bile xxxx tarihinde ölecek. Senden önce yani! -bu kısımdan sonrası buraya yazamayacağım şekilde gaybten bilgiler içeriyor.- ….. ben sana bunların hepsini verebilirim. Bu ve daha fazla bilgi. Lehvi Mahfuz. Aşağılanmis ve cehennemi hak etmiş bu insanlardan arın. O gün gelene değin benimle ortak ol. Sonunda kaybetsek bile.”
      “İstemiyorum! İstemiyorum! Beni rahat bırak! İstemiyorum!”

      Koşuyorum.
      Eve, güvenli yuvama geri dönmeye çalışıyorum.
      Kapıda beni annem büyük bir kaygı ile karşılıyor.
      Babam odamda.
      Bilgisayarimin başında.
      “Bunlar ne bunlar, bunlar ne?”
      Benim amiyane yazılmış tweetlerim.
      Hiçbir şarkı sözünün şarkı sözü olduğunu bilmeyen babam.
      Canım ellerinin arasında, bu gece kollarımı vucuduna sarasim var
      Boku yedik.
      Babam kipkirmizi suratiyla bana döndüğünde, gözleri daha da büyüyor.
      “Bu boynuna ne oldu senin? Neredeydin lan sen? Hani bakkala gidiyordun, ne aldın?”
      “Bakkal.. Kapali.. Yoktu.. Bakkalda yoktu.”
      “Ne ulan ne? Kim öptü boynunu, bu yazdıkların ne?”
      Bir yandan vuruyor.
      Bir yandan sarsıyor.
      Berbat yalanlar söylüyorum.
      Berbat.
      Ikna olmak zorunda ama elinde kalmamam için.
      Twitteri benim adimla Şeydanin kullandığını söylüyorum.
      Aşağı bakkala giderken, karşı binada oturan platonigim Omerle karşılaştigimi bana yalvarmaya başladığını ama benim reddettigimi söylüyorum. Ne alakaysa… Soylemeye çekindiğimi bu nedenle yalan söylediğimi ifade ediyorum. Çünkü esasinda boyle durumlara karşı medeni (?) bir insan. Yine de evinde fahişe yetiştirmek istemediğini bastıra bastıra söylüyor ve güzel bir dayak yiyorum, hayatımda ilk defa. Bugüne dek işlediğim bunca vukuatima ragmen, hiçbirinde yakalanmayan, sorguya dahi çekilmeyen ben, olabildiğim en aciz noktadayken, bu efsane dayağı yiyorum.

      Babam yorulup tuvalete gittiginde annemle salona geçiyoruz.
      Annem üzgün, ayni zamanda bu dayağı hakettigimi düşünür gibi bana bakıyor.
      Gülmeye başlıyorum.
      Tebessumum büyüyor ve kahkahalar atıyorum.
      “Delirdi, mathilda delirdi. Aha kizi delirttin!”
      “Hayır anne. Bu, bu bana cok iyi geldi, hem de çok!”
      Babam odaya, beynimi patlatmadigi icin şükretmem gerektiğini söyleyerek giriş yapıyor.
      Boylelikle dayak faslınin bittiğini anlıyoruz. Odalara dağılıyoruz.
      Rahat bir uyku. Bunu tamamen hak ettim.

      Pazar günü, öğüt ile geçiyor. Annem ve babam odama gelip, biraz da suçlanmis tavırla bana nasihat ediyorlar.
      Keşke diyorum bu nasihatleri kayıt etmiş olsam.
      Çünkü inanilmaz ama, bana işliyor.
      Babam diyor ki,
      “Bak kızım, bu dünyada genişçe bir daire düşün. İçinde 50 tane zevk ve eğlence var. İşte bu, helal dairedir.
      Bu dairenin dışında, çevresinde, sürekli farklı guzel görünen ama bulaştın mi sana zarar veren şeyler dolaşır.
      Simdi sen, elindeki, sana bahședilmis bu 50 şeyi terk edip ona tenezzul edersen, bir bakmışsın elindeki her şeyden olmuşsun.
      Sen gel, elindeki ile yetin ve onlarla kendine bu daire içinde bir cennet inşa et. Seni uzecek, yıpratacak, gelip geçici hiçbir şeyi de alma içine. Bunu yalnızca sen yapabilirsin.”

      Güzel konuştu.
      Fazlasını da söyledi.
      O akşam, yurda gitmeden evvel, ağladım, ağladım, ağladım. Ve yakardım.
      Hiç bilmedigim, henuz tanışmadığım o tanrıya nasıl yapacağımı bilmeden, hadsiz ve kibirlice yalvardım.

      “Allah! Eğer varsan… Eger gerçekten varsan… Sen… Beni kurtar! Beni sana inandır!”

      Bir yıldız kayiyor.
      Simsiyah gökyüzünden,
      Penceremden akıp gidiyor.
      Kalbime doluyor.
      Ona tutunuyorum.
      Umudum oluyor.

      • Ver coşkuyu 🥳 tartışmasında
      • İftar menüleri 😋 tartışmasında