MatiG Bomba gibiyim! Kelimenin tam anlamıyla bu!
Meydan okuyorum.
Yalnızlığa, çaresizliğe, anlaşılmamaya ve seçilmiş olmaya!
Toparlanıp her şeyi yazmaya ihtiyacım var. Yazacağım, baştan sona ne olup bittiyse. Neyi atladiysam neyi göremiyorsam göreceğim. Korkmayacagim çünkü korkacak bir şeyim yok. Kaybetmeye değer hiçbir kazancım yok. Yaşamak benim için mükemmel bir detay değil. Ölüm korkutucu gelmiyor, eğer bu işin sonu buysa.
Pencere, gece, 11.kat, 8, küçük kız, Zeynep, E., rüyalar, aynam, Sueda..
Her şeyin başladığı yere geri dönüyorum.
11.katin kapısındayim. Kim taşındı nasil bunca zaman bunu sorgulamadım…
Kapıyı 60li yaşlarında bir kadın açıyor. Diyecek hiçbir şeyim yok. “Merhaba, binadan komşunuzum, okuldan bir proje için çalışma verdiler. Binadaki komşularımizdan yardımcı olmaları için anket düzenliyorum. Katılmak ister misiniz?”
Cevabi evet.
“Gel kızım..”
“Hayrlı olsun öncelikle yeni sayılır taşınmaniz. Ev sahibi misiniz?”
“Yok kızım kiracı geldik. Rahmetli eşim bana tek göz oda bile bırakmadı. Benim çocuklar kiraladı burayı. Çok da sevdim ama komşuculuk yok gibi. Sen ilk misafirimsin.”
“Oyle mi, cok memnun oldum. Anneme söylerim mutlaka ziyarete gelir müsait olduğunuzda… Şey, ev sahibini tanıyor musunuz?”
“Yok kızım hiç görmedim.”
"Peki siz geldiğinizde burada eşyalar var mıydı?
“Eski püsku şeyleri yığmıslar vestiyere. Kaldırdım attım hepsini. Tek başıma temizledim dizdim. Ne gelinim ne kızım yardima gelmediler. Bir de o esyalarla uğraştım.”
“Ne gibi eşyalar vardı peki? Bir tablo.. Yani tablolar var mıydı?”
“Sen eski oturan kiracıyı mi soruyorsun kızım?”
“Ah yok hayır, kendi başınıza ağır şeyler mi kaldırdiniz diye telas ettim. Bilseydim yardıma gelirdim muhakkak.”
“Aslında ben… Hepsini atamadim, taşıyamadim. Belim çok ağrıyor. Bel fıtığı dedi doktor. Benim ortancayi doğum yaptiktan so..”
“Görebilir miyim!”
“??”
“Yani yardim etmek çok isterim. :)”
Beyaz kanvas tablo. Üzerinde benim kırmızı defteri mahveden o kömürumsu kalemle yazılmış 8.
Tül perde.
3 katli merdiven
Büyükçe bir koli. İçinde poşette toplanmış sigara izmaritleri. Bir anahtar. Değişik kumaş parçaları. Birkaç kitap. Benim evden alınan eşyaların sarılı olduğu çuvalın aynisindan birkaç parça daha.
Hepsini kapının önüne taşıyorum.
“E kızım ödevini yapamadık.”
“Ben yine gelirim, yaparız teyzecigim. Vaktim kalmadi, 47 daire daha gezeceğim.”
“Sen bilirsin kızım. Hadi selametle.”
Binadan çıkarken gözüme üzerinde 11.katin daire numarasının olduğu posta kutusu çarpıyor. İçinde birkaç zarf duruyor. Hızlı bir hamleyle hepsini çantama aktarıyorum. İşte bu süper oldu!
Yapbozu birleştirme vakti. Birilerine ulaşma ve bir şeyler yapma vakti.
Zarflari karıştırıyorum hızlıca. Bankalar, faturalar…yolu gözlenmeyecek mektuplar işte. Neden kimse alıp götürmemis ki bunca zaman… Ama artık bir isim var elimde. “ALİ GÜZELYUZ”
Facebook, linkedin gibi sitelerde birkaç search sonucu hiçbir sey bulamıyorum elbet. Nedense orada oturan eski kiracıları bulmak için bir azim var içimde. Bana bir ipucu vereceğinden eminim. Benim dikkatim boşuna oraya çekilmiş olamaz. Her şey sacmasapan bir varlığın bana tutulmasindan ibaret olamaz. Altında benim aklımın ermeyecegi ancak araştırırsam mutlaka ustesinden geleceğim bir durum olmalı. Ancak ne yazik ki sanal mecralar beni ona ulaştırmaya yetmiyor. Umudumu kestiğim anda gözüm kağıdın altındaki iletişim bilgileri kısmına ilişiyor. Numarayı bulmak bu kadar kolaymış meğerse…
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Artik okulun son zamanları. Gidip gelmek işin motivasyon isteyen zamanlar. Yazılılar bitmiş. Öğretmenler kafasına göre sözlü notu verip duruyor. Belki de okula gelmemiz icin bahane sunuyorlar. Ben seviyorum okula gitmeyi. En ön sıralarda oturan öğretmenlerle ilişkisi iyi olan öğrencilerdenim. Sınıf arkadaşlarımla birbirimizi sevsek de cok yakın değiliz. Sadece Sena. Sağ kolum gibi görünüyor. Akıl hocam da diyebiliriz. Her türlü boku yiyip gelip anlattığımda beni yargılamayan ama asla da onaylamayan biri. Bizimle kaçmaz. Absürt hiçbir olaya dahil olmaz. Sınırları ve çizgileri var. Tam bir hanımefendi. Onu hep takdir ettim. Hatta kendimi onu aşağı çeken bir arkadaşmis gibi gördüm hep. Ama neyse ki o benim çekmemle bile aşağı inmeyecek kadar olgun bir kızdı.
Ona bu olaylardan asla bahsedemezdim. Onun akıl defterine çok uzak. Beni mutlaka dinlerdi, yol gösterirdi. Ancak ben bir kişiye daha anlatacak güçte görmüyordum kendimi. Hem çoktan toparlamistim. Bir kişinin daha endişeli bakışları veya alay eder gözleriyle karşılaşmaya tahammulum kalmamıştı. Hem Sena ile tüm bunlardan uzak ve mantıklı kalmak bana iyi geliyordu. Ancak okul kapandığında onu da kaybedecektim.
Birlikte Zeyneplerin koridora gittiğimizde Zeynebi başka bir kızla tartışırken bulduk.
Ben “Ne oluyor lan!” moduna çoktan bürünmüşken Sena tuttu kolumdan. “Bosver, karışma.” Senanin bu tutuşu bende bir ampulü yaktı diyebilirim. Zeynebin yaptığı da aynen buydu. Bana zihnindeki olumsuzlukları, yaşadığı berbat olayları yükleyip yükleyip “Bosveriyor ve karışmıyordu.” Ablamin Zeynep hakkında söyledikleri ile belki de bu düşünceyi canlandırmis olabilirdim. Negatif yönlü de olsa artık her düşünceye itimat etmek ve zihnimi ayık tutmak zorunda olduğumun farkındaydim.
Okul çıkışı Zeynep geliyor bu sefer yanıma.
İçerlemis belli ki.
“Hayrola, pas geçiyorsun bizi?”
“Senin halledeceğini düşündüm.”
“Hallettim zaten.”
“Neymiş derdi?”
“Hiç. Hallettim dedim ya.”
“Ee?”
“Ne ee? Yok mu bir gelişme Matilda? Bitti mi her şey gerçekten?”
“Öyle gibi görünüyor. Bitti.”
“Sevindim.”
Hayir sevinmedi. Ona farklı bir gozle bakmaya başladığımdan beri sanki yüzünün arkasında gizlediği ifadeyi anlıyor gibiydim. Yine de her zamanki gibi mantıklı olanı yapmak yerine ağzımı asla tutamıyorum.
“Ali Güzelyüz. Tanıyor musun?”
Bu soruyu hiç sormamaliydim.
Bunu hemen belleğine aktardı. Bana sanki tanıyormuş ama çaktirmiyormus izlenimi verdi. Ona kesinlikle güvenmiyordum evet. Bu ablamin eseri miydi? Yoksa E. O bilekliği parçaladiginda aramiza nifak tohumlarını çoktan ekmis miydi.. Hepsi bir kenara, maymun mu gözünü açmıştı, cok sonralarda bunu mutlaka anlayacaktım.
Şimdi Ali Güzelyüzu arama zamanı.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“Merhaba X kargo şirketinden arıyorum. Adresinize bir paket mevcut ancak daire sakini taşıdığınizi söyledi, yenilenen adresinizi alabilir miyim?”
“Tabi.. X sokak, x mahalle x bina.. Çerkezköy/Tekirdağ.”
Gidecektim.
Sesi 45-50 yaşlarında birini andırıyordu. Yoldan geçen herangi biri gibi. Hiçbir numarası yok. Kendimi salak gibi hissediyordum. Yaptığım şey bana haz veriyordu. Bir maceranın peşinde koşuyordum. Ancak ya her şey zihnimde canlandırdigiim hayallerden ibarettiyse? Zeynep de zayıf yanımdan faydalanıp benimle adeta kedinin cigerle oynadığı gibi oynadıysa? Saçma sapan şeylerin peşinden gidip insanları rahatsız ediyorsam?
Ah işte gözlerim kapanıyor. Bunca sorgulamaya bünyem yenik düşmüş olmalı. Bedenim kendi kendini uykuya vererek resmen benim elimden kurtardı.
İşte gerçek bir rüya.
Bir sokaktayım.
Vadi mi burası?
Hayır oraya çok benzeyen başka bir yer.
Gittikçe kalabalıklasiyor.
Gördüğüm her adamı tutup çevirip sorguluyorum.
“Ali Güzelyuz, sen misin?”
“Sen?”
“Ali Güzelyuz?”
Gittikçe heyecanlanmaya başlıyorum. Deli gibi onu arıyorum. Değil değil değil.
Hava kararmaya başlıyor. İnsanlar çoğalıyor. Gölgeler çoğalıyor. Soluk soluğayim yine. Tıklım tıklım bir kalabalık beni içine çekiyor. Ve birden o koku duyulmaya başlıyor. O yanık kokusu. İnsanların kaçışmaya başladığını görüyorum. “Bu koku da ne?” Kaçıştikca izdiham oluşuyor. Birbirlerini ezmeye başlıyorlar. Neredeyse bogulacagim. “Sakin olun! Sakın olun! Durun! Yapmayin!”
Delirmiş gibiler. Nefes alamıyorum.
Sonra yükseklerde bir yerde onu görüyorum.
E.
Oradan seyrediyor beni öylece.
Çekse kurtarsa kurtarır, belli.
“Yardım et!” diyorum.
Bir anlık elini bana doğru uzatıp ampul çevirme hareketi yapıyor ve birden etrafımdaki tüm insanlar kayboluyor. Kan ter içerisindeyim adeta. Gözlerinin tam içine bakiyorum. Ona doğru bir adım atmaya çekiniyorum.
Soluk alıp verme sesim kendi kulağımı acıtıyor artık. Uyansana! Uyanamıyorum.
Soluğum kesilir gibi olduğunda bana tek bir şey söylüyor.
“Gitme.”
Üzerinde başımı koyup uyuyakaldıgim masamdan irkilerek uyanıyorum. Ter içindeyim. Zihnimi toparlamaya çalışıyorum. Elimi yüzümü yıkamak iyi gelecek.
Su akıp giderken avuçlarından aynada bana bakan gözlerime, meydan okurcasina “Gideceğim.” diyorum.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“Senden başka kimseyle gidemem. Lütfen rica et abine. Uyduralim bir sey. Parti var diyelim. Sansi geliyor diyelim. Ne bileyim 1-2 saat. Yapar bir güzellik. Zeynep lütfen. Otobüsler sıkıntı, almaz kimse beni tek başıma.”
“Tamam bir konuşacağım. Abim bir şeyden şüphelenirse çırani yakar bilmiş ol.”
“hiçbir şey olmayacak, bana güven.”
O kadar riskli ki.
Hiç bilmediğim bir adrese, hic bilmediğim birine, hic bilmediğim bir konu hakkında konuşmaya gidiyorum. Neyi nasıl soracağım kafamda kurgulamiyorum. Henüz Etka Abiye bile doğru dürüst bir yalan uyduramadik. Zeynep Suedayi görmeye demiş. Bu benim daha çok canımı sıktı. Suedanin Tekirdağda olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı. Onunla karşılaşır mıydık bilemiyordum ve bu ihtimal canımı sıkıyordu. Yoğun stres altında geçen bir yolculuk olmustu.
Binaya vardığımızda abisi bizi aşağıda bekleyeceğini, gideceği bir yeri olmadığını söyledi. Bu bize güven verse de tüm ihtimalleri degerlendirdigimizde oldukça çılgıncaydi.
Zeynep daireye çıkmayı kabul etmedi. Beni alt katta bekleyecek.
Ben zili çaldığımda oldukça rahattım.
Kapıyı bir kadın açtı.
“Ali Güzelyuz’un evi mi?”
“Sen kimsin? Eşiyim ben.”
“Şey ben.. Eski Mahallenizden.. Sizinle konuşmam gereken seyler var.”
“Ne hakkında?”
“Sizin dairenizle ilgili. Yani aslında tam dairenizle ilgili de değil… Böyle kapı önünde nasıl anlatacağımı da bilemedim açıkçası?”
“Gel bakalım içeri.”
Bu delilik resmen. Ancak girdim bir kere. Muhtemelen hakkımda cok kotu şeyler düşünecek. Eşinin adını biliyorum.. Daireyi soruyorum. Ah olamaz.. Nasıl bir karmaşıkliga sebebiyet vereceğim acaba.. Salona kadar giriyorum. Oldukça modern lacivert koltuklar. Üçlü olanına yerleştikten sonra bir o kadar demode olan ahşap vitrini görüyorum. Kitaplar, birkaç plaket, bir de fincan takımı dizilmiş. En alt rafta ise 3 çerçeve. İlkinde bir adam. Muhtemelen Ali Güzelyuz. Ikincide bir kadın, şuanda yanımdaki ikili koltukta oturmuş şaşkınlık ve merak içerisinde bana bakan kadının portresi. Ve onun yanında…. 11. Kattan pencereme bakan, şarkılar soyleyen, vadide beni takip eden küt saçlı o kız!
Yerimden fırlıyorum.
Kadin da paniğe kapılıyor. Ona saldıracagimdan şüpheli.
Ama ben vitrine doğru koşuyorum. Çerçeveyi kapıyorum.
“Bu..Bu kızınız mı?”
Kadının şaşkınlıkla dolu ifadesini burukluk kaplıyor.
“Neler oluyor, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz? Kızım o benim evet, ne olmuş?”
“Nerede, burada mı? Ben.. Kızınızı görüyordum. Yani.. Görmüştüm.. Mahallede.. Tanıyorum.. O da beni tanır.. Çağırabilirseniz..”
“Çağıramam.” Neredeyse ağlayacak.
“Kızımı tanıyor olamazsın.. Kızım… Benim kızım öldü!”
“Nasıl olur? Kızınız yaşıyor, ben gördüm onu… Yani nasıl öldü, ne zaman?”
“Ne saçmalıyorsun sen? Lütfen gider misin…”
“Gideceğim, tabiki gideceğim. Ben çok üzgünüm. Yani.. Sadece..”
“Benim küçücük kızım.. Bakmaya doyamadığım kızım intihar etti o evde… Nasil duralım.. Nasıl yaşayalım bir daha orada.. Kaçtık buraya geldik.. Şimdi de sen gelmiş buraya bana onu soruyorsun… Yoksa.. Yoksa bir ilgin mi var, onu intihara sürükleyen hayalet sen misin?”
“Hayalet?”
“Sen neden sordun onu? Hem eşimi nerden tanıyorsun?”
“Ben hiçbir şey bilmiyorum, çok üzgünüm. Ben burda olmamaliydim.”
Zil çalıyor. İşler içinden çıkılmaz bir hal alacak eğer gelen eşiyse. Zeynepse suan beni kurtarması ona hayat boyu minnettar kalmamı sağlayacak.
Gelen eşi.
Zeynep abisiyle arabaya binip beni burada bırakıp gitmiş olmalı.
Tıpkı rüyamdaki gibi hissediyorum. Sıkıştım. Etrafıma bakınıyorum. Gözlerim onu arıyor. Belki kurtarır? Zihnimi toparlamam gerek. Söyleyebilecegim bir sey mutlaka olmalı. Henüz duyduğum gerçeği hazmedememisken bir yalan uydurabilmek oldukça güç.
“Misafirimiz mi var Berna? Kim bu hanim kız? Sana ne oldu?”
“Beren’i tanıdığını söylüyor, bizim mahalledenmiș.”
“Beren… Kızım.. Ne dedi sana? Neden intihar ettiğini biliyor musun? Arkadaşı miydin? Seni hiç görmedik daha önce…”
“Şey ben… Arkadaşı degilim. Sadece mahallede birkaç kez gördüm. Öldüğünü bilmiyordum, çok üzgünüm. Şey oldu.. Aslında… Şöyle oldu.. Kızını bana.. Bunu verdi. ” Çantamdan kilerde bulduğum kutunun içindeki anahtarı babasına uzatıyorum.
“ Neyin anahtarı olduğunu bilmiyorum. Bir gün parkta karşılaştığımizda bana ‘Bunu benim için saklayabilir misin?’ dedi. Teklifini kabul ettim. Nerede oturduğunu sordum 11.kati gösterdi. Bizim de artik taşınmamiz gerekiyor ve ben de anahtarı geri teslim etmek istedim ama sizi yerinizde bulamadim. Sonra adresinizi öğrendim ve buraya getirmek istedim, hepsi bu. ”
Berbat bir yalandı. Ancak ailesi ikna olmuşa benziyordu. Hatta annesi ile babası kısa süre birbirine bakıp kaldı.
Annesi hızlı bir atakla içeriye gitti.
Elinde bir kutu ile geri döndü.
Üzerinde kilit olan bir kutu ile.
Onlara uzattığım anahtarı alıp kilide taktığında kilit bugüne dek açılmayı bekliyormuşcasina kendini bıraktı.
Birbirimize baktık.
Tüm bu olanlar….
Bir yanıta mı ulaşacaktım
Yoksa bu sefer gerçekten pandoranin kutusunu mu açıyorduk..
Bunu öğrenmeyi hem istiyor hem de asla istemiyordum.
Bana “gitme” dendiğinde bunun nedeninin beni korumak mı yoksa öğreneceğim gerçekten uzaklaştırmak mı olduğunu işte şimdi anlayacaktım…