▶️Merhaba. Sekiz esrarengiz bir hikayedir ve bu postta anlatılmaktadır. Devamını alttaki yorumlarda bulabilirsiniz. Okuyorsaniz, yorumlarinizi beklerim◀️

Ben böyle olacağını bilseydim bu yollarda yürür müydüm
Bu yollarda yürüdü diye bacaklarıma kadar küser miydim
Beni bugünlere getirdiği için teşekkür mü etmeliydim
Ah ben var ya ben.. O gizemi çözmeliydim, o camdan düşmeliydim, o eli tutmalıydim, bugünlere gelmemeliydim…

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Bunu bir gün birinin anlatması gerekiyordu.
Bence bu yaşanılanlar öyleydi ki, herkes bilmeli, ve çözmeliydi. Esasında bu bir risk. Belki de bunu anlatmam aleyhime olacak kalan ömrumde. Ancak denemeden nasıl bilebilirim..

Henüz ortaokul son sınıflardaydik.
Ben emindim kendimden, bir gün başıma mutlaka bir sey gelecekti. Derin derin yıldızları izlediğim o günler, başıma mutlaka bir çorap orecekti.
Kalabalik bir ailenin çocuğu olmama ragmen, evde saltanat sürdüğüm dönemler. Evin diğer çocukları, sehir dışında üniversite okuyorlar. Anne baba, son cocuk olan ben’den 12 yıl sonra dünyaya gelmiş, ailenin ilk erkek çocuk uyesi ‘kardeşimle’ mesguller.
Bir gün evdeysem, haftanın 5 günü evde kalmıyorum.
Arkadaşlarım var, süperiz. Mekanlarimiz var. Şiirlerimiz var. Bazen ben diyorum bizimkilere “Bu gece Zeyneplerde kalacağım” Zeynep diyor, “Bu gece Mathildalardayim.”, sokaklarda sabahliyoruz.
Sizi temin ederim, asla kötü denebilecek bir şey yapmadım.
Biz masum suclulardik.
Her seyden oncesinde, arayıştaydik.
Kendimizi arıyorduk.
Yolumuzu kaybediyorduk, evet. Ama mutlaka, her yolun sonunda bir sey buluyorduk.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Yıldızları izlemeyi her zaman sevmişimdir. Özellikle uzun yolculuklarda, betonun ulaşamadığı guzergahlarda, gözlerimin içine dolan gökyüzüne yüzümü dökmek, anlatılmaz bir histir benim için.
Ancak benim tek goz odamin, vefalı penceresi.. Orion manzaram.. Ders çalışmaktan kaçıp sığındığım bir durak adeta..
Bir gün farklı bir şey oldu ama..
Karşımızda, az ötede bir bina daha var, ayni sitede. En üst katta bir şey çarptı gözüme.
Biz 7deyiz, o pencere 11.
Perdenin arkasında, öylece duruyor.
Bana baktığından emin değilim..
Erkek veya kadın olduğundan emin değilim..
Sadece duruyor ve izliyor sanki..
Ve sanki tıpkı beni taklit ediyor..
Uçar adım kapatıyor pencereyi ve yatağıma yatıyorum.
Gördüğümun halisunasyon olmasını diliyorum.

Ee.. Bir kere çekti dikkatimizi.
Orionla aramıza giriyor artik o daire.
Ne zaman çıksam cama, gözüm hep orda.
Hicbir değişiklik göremiyorum gündüz veya gece. Bazen ışık yaniyor. Gündüz perde hic olmuyor. Geceleri beyaz bir tül görüyorum sadece. Bakmamaya çalışıyorum. Ama yine de oraya odaklanıyorum günün sonunda.

Ve bir gün yakalıyorum onu, cam açık.
Küçük bir kız çocuğu bu sefer, saçları küt.
Şarkı söyler gibi hareketler yapıyor. Ben onu seyrediyorum. İçerisi karanlık.
Nedense ürperiyorum hep, halbuki ne var korkacak..
Inat ediyorum, bu sogukta, bu gecede kaca kadar pencerede şarkı soylemeye devam edecek ki, girmiyorum içeriye..
Evden babamin sesi geliyor sonra “Nerden geliyor bu soğuk!! Evimizin enerjisi bosa gidiyor! mathilda sen mi açtın yine cami, kapat çabuk!”
İrkilip hemen kapatıyorum camı, çekiyorum perdeyi.
Alt tarafı bi küçük çocuğun başını bekleyecegiz diye babadan azar yiyoruz iyi mi..

Gel zaman git zaman başımda esen kavak yelleri ile unutuyorum, kale almıyorum artık 11.kati. Belki de pencereye çıkmıyorum artık o kadar. Havalar soğuk, peder gergin malum.

Ama bitmeyecek bu mesele burda kapanmayacak belli ki.. Bir aksam yine, gozum takılıyor. Perde yok, karanlık. Bir farklilik var. Evin içerisinde görünen duvara bir tablo asılmış.

Beyaz fonun üzerinde kocaman siyah bir 8

İşte! Sekiz.. Ah sekiz..

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Eh orasi bir ev. İçerisini de sahibi istediği gibi döşer..ne var bunda! Hem gayet zevkli bir tablo. Ben olsam ben de asarım.
Bu gece uykumu kaciramaz.

Ben bundan kimseye bahsetmiyorum bizim grupta.
Ama zeynepte farklılıklar seziyorum bu ara.
Zeynep.. Suç ortağım, katilim. Beni benimle birlikte öldüren.. Sonra da gözünü kirpmadan kendini..
“Hayrola, neyin var?”
“Yok bir sey..”

Belki de birbirimize o zamanlar söylemeliydik. Biebirimizi tutmaliydik, bu sürüklenmeye engel olmaliydik.. Ancak elimizde değilmiş.. Ellerimiz sanki bize ait değilmiş de, bizi ısrarla götürüyormus “ona”..

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Ve işte o gece.
Bu bir ruya olmali.
Yatağım tam penceremin karsisindaki duvara dayali. Yatiyorum, uyuyorum olsa gerek.
Penceremin manzarasi da, karşı apartmanın çatısı.
Orada, çatıda..
Parmak uçlarında çömelmiş duruyor..
Beni gozetledigine eminim.
Uyanmak istiyorum,
Uyanamiyorum.
Tam o sırada alarmim çalıyor.
Alarmimi elimle kapatıyorum, uyandım mi ben şimdi? Ruya mi görüyordum?
Çatı?? Kimse yok! Ne oldu şimdi? Neydi bu? Hiçbir sey anlamıyorum.
Anlamaya harcayacak vaktim yok, okula geç kalmamaliyim.

Bu gibi bir çok ruya.. Camda geçen onlarca gün.
En sonunda verilmiş karar.
O daireye gidilecek!

Tum cesaretimi topluyorum.
Ne olabilir ki?
Ne diyecegimi hazırlıyorum, asansorde çıkarken 11′e.
Aynada kendime bakıyorum. Tam bi saçmalık bu olanlar.. Ne yapıyorum ben?!
“Arkadaşımın evine gelmiş ama daireleri karıştırmis gibi yapacağım.” tum plan bu.

11.
Çalıyorum zili.
Kapı gözetleme deliğinden biri bakıyor, farkediyorum.
Ama açmıyor.
Olacak iş değil.. Ben o kadar cesaretimi toplayayım, o bir kapiyi açma zahmetinde bulunmasın!
Tekrar tekrar çalıyorum.. Hatta planda uydurduğum arkadasimin ismiyle sesleniyorum..çıt yok.
Derken karşı komşu açıyor kapıyı.
"Birine mi bakmistiniz? `
“Şey.. Evet ben.. Arkadasim oturuyor da.. Burda.. Ona geldim.. Ders calisacaktim. ”
“ Yanlış gelmiş olmayasın? ”
“ Hayır hayir, eminim burada. ”

“ Nasil olur? O daire yıllardır boş!”

    MatiG Saçmalık! Hepsi saçmalık!
    Boş muymuş? Hah.. Yumuşak kıçını sesimle koltuktan kaldırdığım için, rahatını bozduğum için uyduruyor sadece.
    Hadi ben malım, uyduruyorum. Ee perde, tablo?
    Bos eve kim mobilya düzecek? Kafayı mi yediniz!
    Haberi yok bu bunak karının bir şeyden. Tek amacı oradan bir an önce defolup gitmem olmalı.
    Elbette ki bu öfkeye binadan çıkarken tutuldum. Yoksa kadının karşısında kıpkırmızı kesilip “peki” diyebilmistim sadece.

    Belki de bugüne kadar hep camda uyuyakaldim! Aptal kafam. Ben zaten hep hayallerde yaşayan biri oldum. Kendi kendime hayaller kurup durdum demek ki, farkında değilim.
    Bu defter burada kapanmali artik!

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Tüm bunların yanı sıra evde de işlerin pek iyi gittiği söylenemez.
    Babam öfke nöbetleri geçiriyor. Annem 40 yaşında yeniden - 7.kez- anne olmanin getirdiği major depresyona kendini teslim etmiş durumda.
    Ergenlik had safhada. Bir yerlere ait olmaya çalışıyorum. Bir dine mensup değilim. Kimseyle duygusal bir bağlılıgim da yok. Tekim, kendimleyim. Okuyorum, çok okuyorum. Durumum öyle müsait ki, gelip kolumdan tutulup çekilmeye.. Rüzgarın esmesini bekliyorum sanki sadece..

    Ne rüzgar esmesi, fırtınalar kopuyor..

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Bir mekanımız var Zeyneple. “Kıllı”
    Ismi gıcık farkındayım. Yolun kenarina örülmüş kaldirim taşlarını tutan yosunlar sebebiyle veriyoruz bu adı oraya. Yokuş aşağı bir yol, tek katli evlerle dolu sitenin içerisinde. Kenarlarında büyük sarmaşıklari olan ağaçlarla çevrili. Epey tenhadir, severiz. Gider şiirler soyleriz. Bir kere çıkıp “sessiz olun” diyen olmadi. O yola oturduğunda gorebildigin tek şey gökyüzüdür.

    Orada oturuyoruz yine, bir akşam.
    Sigara içiyoruz o zamanlarda.
    Mp3um var, kulaklığın biri bende. Undergroundciyiz.

    “Tuhaf bir şeyler oluyor Zeynep.”
    “Ne gibi?”
    “bilmiyorum ben de anlam veremiyorum. kötü kabuslar görmeye başladım.”
    “aslında, ben de.. Mati, sana bir şey soylemem lazim.”
    “??”
    “Geçen gün size gelirken biri durdurdu beni sizin kapının önünde. Bi adam, 25-30 vardir. Gayet normal tipli. ‘Sekize mi gidiyorsun?’ dedi. ‘Hayir 7.kata dedim.’ o da gülümsedi. ‘Gideceğin sayıya her zaman dikkat et.’ dedi. Ben anlam veremedim. Bir şey ima ettiğini düşündüm. Nasil yani der gibi bakıyordum, o da bana bakıyordu gözlerini hic ayirmadan, o kadar derine bakıyordu ki sanki içimi görüyordu. Rahatiz oldum. Bir kelime dahi edemedim. Ağlayacaktım neredeyse. Neden böyle hissettigimi bilmiyordum. Sonra girdim içeri. Çıktım size. Sana bunu o zaman anlatmadim çünkü bende kalsin istedim. Ancak başka şeyler olmaya devam etti. Bu adam sürekli rüyalarıma giriyor. Ve rüyamda seninle buluşmaya gidecekken beni her seferinde farkli bir şekilde öldürüyor. Artik her gece beni bu sefer nasil öldürecek acaba diye uyumaya başladım. Kaç defa bogularak uyandim. Bu bir işaret mi, kafam allak bullak..”

    “ Ne..dedin? Sekiz mi?”

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Bir seyler oluyor, besbelli.
    Ok yaydan çıktı sanki.
    Birinin yuvasına çomak soktum heralde yanlışlıkla. Gormemem gereken bir şey gördüm, bakmamam gereken bir şeye baktim, gitmemem gereken bir kapıya gittim kesin ben.
    Ya hu o kadar komik ki.. Tek ben mi görüyorum abi, 11 katlı binada bu pencereyi!
    Bunu anlamanın tek bir yolu var. Hizasindaki dairede oturan komsumuza gidip, orda ne olup bittiğini yerinde görmek!

    Bu kolay olmayacak çünkü orada oturan kadin, beni daha önce sitenin bahcesinde ’Berat’la’ bastı. Bastı dediğime bakmayin. Oturmus konuşuyorduk işte, ne yapacağız baska çalılarin arasinda iki ergen. 🙄
    Ve tüm mahalleye dedikodumu yaymış yanık karı. Annemin kulağına da gitti durum, kuranın üstüne el bastırdı.
    Zaten hep suçlanmakla ve aşağılanmakla geçti bu lanet yaşlarım. Biri de çıkıp gel bu yol, bu da doğru yol demedi!

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    “Merhaba Birgül Teyze, nasılsın? Betül evde mi?”
    -Betül, Birgül teyzenin 3 yaşındaki kızı. Onla falan oynamaya geldim heralde. O derece saçmalıyorum. -
    “İçeride canım, gel bakalim.”

    Başlıyorum, Berattan anlatmaya.. Sever böyle hikayeleri. Nasıl heyecanlı dinliyor. Ya hu kocaman kadınsın. Sanane elin ergeninin saçma sapan aşk hikayesi. Aşk da denemez ya, neyse..

    Betül odasına gidip duruyor, oyuncaklarını getiriyor bana gösteriyor bir bir.. Dedim fırsat bu firsat,

    “Hadi Betül odandaki oyuncakları gidelim birlikte görelim, hepsini buraya getirme.”

    Gittim. Oda, pencere. Karşıda 11.kat.
    Pencere aynen bizim daireden görüldüğü gibi görünüyor. Bombos oda, duvarda beyaz kanvas tablo üzerinde siyah sekiz. Hepsi bu.

    Birgül Teyze geldi sonra odaya, merak etmiş olmalı.
    “Bu dairede oturan var mı, gördün mü hiç?”
    “Hayır canım boş orası. Aa içine eşya koymuşlar. Önceden yoktu. Demek ki biri taşınacak…”

    İstediğim bilgileri aldıktan sonra oradan tüymenin yollarını arıyorum.

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Günden güne Zeynep kabuslarını gormeye devam etti. Her yeni kabusta beni arıyordu. Artik iş öyle bir hal almıştı ki, annesi hocaya bile götürdü. Yok, geçmiyordu.
    Sonra bir süreliğine arkadaşlığımıza ara verdik. Artik bana gelmemeye başladı. Okulda beni gördüğünde gözlerini kaçırıyordu. Yanina gittiğimde bi bahane bulup farklı bir yere gidiyordu. İlginçtir ki, benimle mesafesini koyduktan sonra kabusları peşini bırakmış. Anlaşılan “isteyen” isteğine bu yolla kolay bir şekilde ulaşmış..

    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

    Günler sonra tıpkı Birgül Teyzenin dediği gibi birileri taşındı o eve.
    Artık o dairede, ışık yanıyordu hep akşamları. Perde takmışlar, bordomsu bir kırmızı. Ne zevksiz. Eski boş halinden eser kalmamış. İçini başkaları doldurmus.. Bu olay beni sevindirse de, o dairenin dolmasinin, dairenin sözümona asıl sahiplerini evsiz bıraktığını, onlari kendi evimde, yani başımda bulduğumda anlayacaktım…

      MatiG Pencere.
      Gece.
      Yıldızlar.
      11.kat.
      Artık seyrim can sıkıcı.
      Bir aile taşınmış, belli.
      Camlar siliniyor düzenli.
      Ev havalandırılıyor.
      Her şey yolunda gibi görülüyor.
      Bende ise işler tam tersi.
      Hep bir sıkıntı.
      Artık nedense, aynalarla daha hemhalim.
      Kendimi izliyorum.
      Uzun uuzun kendimi izliyorum. Neden..
      Gözlerime bakiyorum, sanki gözlerimin arkasinda ben değil, bir başkası.. Onu görmeye çalışıyorum, göremiyorum.
      Zeynep yok
      Babam kafayı yemiş.
      Annem bebek bakıyor.
      Kimse yok.
      Ben ve bu oda.
      Bu ayna.
      Uyuyorum.
      Gece.
      Bir rüya.
      Rüyamda yine odamdaki ayna.
      Karşısında ben.
      Gözlerimin arkasindan çıkıyor oturduğu yerden.
      Yatağımda uzanmış uyuyan zavalli ben..
      Bana dogru geliyor, uyuduğum yere..
      Üzerime iyice yaklaşıyor
      Nefesini hissediyorum.. Dudaklarimda.. Ellerimde.. Her yerde geziniyor sanki bir nefes.
      Asla unutamadığım bir yanik kokusu cigerlerime doluyor..
      Uyanamiyorum, imkan yok!
      Yeter.. Yeter.. Bitmiyor.
      Konuşmaya çalışıyorum, sözler peltek çıkıyor ağzımdan
      “euzu.. Euzu..”

      Gidiyor.

      Uyanıyorum.

      Gece.

      Ben yattığım yerde.
      Uzerimdeki yorgan açık.
      Daha da kötüsü…Pijamam ve çamaşırım inik.

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Bir rüya tarafından tecavüze uğramış olamam öyle değil mi?
      Her yerim sağlama benziyor da ben ne anlarım..
      Düzeltiyorum üzerimi başımı. Bir etrafı kontrol ediyorum. Her şey yolunda gibi görünüyor. Nedense inanılmaz bir sakinlik, müthiş bir hafiflik var uzerimde.
      Uyumaktan başka seçeneğim kalmıyor.

      Sabah okula gittiğimde, sınıfın kapısında beni Zeynebin beklediğini görüyorum.

      “Iyi misin?” deyip sarılıyor bana.
      Şaşırıyorum. Neredeyse 1 ay oldu sarılmayali.
      “Asıl sen iyi misin? Ne o, kabusların izin mi verdi benimle konuşmana hehe”

      Takılıyorum ona. Çünkü kızgınım. Eger bir boka bulaştıysak, birlikte yanmalıydik. O yanmamayi tercih etmiş olmaliydi. Yani öyle görünüyordu. Benimle görüşmediği süreçte ne yaşadığını hiçbir zaman bilemedim. Belki bana söylemediği nice şey vardı. Ah Zeynep.. Öldürdün sen beni ya sonra.. Yine de kıyamadın gömmeye. Oyle de yürekliydin işte. Seni kötüleyecek bir söz yazmak ne haddime!

      “Kabus görmüyorum artik, seni gördüm Mathilda. Iyi misin?”
      “Bu rüyalarla yaşaman artik sence de klinik bir vakaya dönüşmedi mi? Ben gayet iyiyim. Her zamanki gibi Kıllıya gidiyorum. Takılıyorum kendime. Kabus gördüğümde de sol tarafima tükürup kalkıyorum ha ha.”
      “Mathilda. Peki sen ne zamana kadar gülüp geçeceksin? Bir gün ortalıktan kayboldun diyelim, yine gülecek misin?”
      “Bi saniye ya.. Ben niye kayboluyorum? Sınıfın kapısının dahi önünden geçmeyen sensin, asıl sen kayboldun resmen. Ve evet gülmeye devam ediyorum. Ne yapayım, yas mı tutayım arkandan?”
      “Sen bilirsin.”
      “Bi anlatsana, derdin ne senin?”
      “Ne olduğunu bilmiyorum. Sadece.. Sadece mati, onu son gördüğümde rüyamda Bana isminin E. olduğunu söyledi. Rüyalarımı cizmemi ve sana vermemi istedi. Biliyorum çok saçma ama yaptım bunu. Artik hic kabus görmüyordum seninle görüşmediğimizden beri. Seni görmeye devam ettim ve onu. Bi sure sonra ruyalar kesildi. Bugun okula gelirkense onu resmen karşımda gördüm, inanamadim. Servisle gelirken onu okula doğru yürürken gördüm. Aynı rüyamdaki gibiydi. Ya eğer ben hayatimda bir kere sizin kapının önünde gördüğüm bu insana bu kadar büyük anlamlar yükleyip kafayi yiyecek gibi olduysam yuh derim.”

      O sırada zil çoktan çalmış ve bizim öğretmen sınıfa doğru geliyordu, girin içeri diye diye. Elime bir iki sayfa kağıt parçası tutuşturup, kendi sınıfına doğru koşmaya başladı..

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Yemin ederim, ders boyu hic durmadan güldüm. Ben hayatımda böyle kotu bir cizim ve boyle kötü hayal gücü görmemiştim.

      “Zeynep bu aralar fazla turkish drama falan mi izledin ahuhauh”

      Gülmekten soluk alamıyorum.

      “Kardeşim beni bu kadar düşünme bence, tamam ergeniz ama en yakın kız arkadaşını otuz birci rüyalara alet etmek nedir ahuahuh”

      Cok kizgin görünüyordu.
      Oyle ki gözleri dopdolu olmustu.
      Ama hic beklemedigim bir tepki verdi.
      Histerik bir kahkaha patlatti.. Sonrası gulme krizi.

      “Haklısın.” dedi.
      “Sanirim kendimi fazla kaptırdım.”

      Okul çıkışı kıllıda buluşmak üzere sözlestik.

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Simdi.. Derste biraz daha düşününce kafama şu dank etmişti. Iyi de ben Zeynebe hic karşı binadan, odamdan, aynadan.. Hiçbirinden bahsetmedim ki!
      Beni bir binanin çatısinda resmetmesi tuhafima gitti.
      Yani tamam cok komik bir resim gibi gelse de başta, sonucta rüyasını dökmüş kağıda, elinden geldiği kadarıyla.

      Bizi aynı ruyalarda buluşturan şey neydi?

      xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

      Kıllıya gittiğimizde bana su bizim binanın kapısının önünde gördüğü kişiden biraz daha bahsetmesini istedim.
      Söylediğine gore rüyasında gördüğü kişi ile o siluet olarak çok benziyormuş ancak rüyasındakinin bir insan olmadığına adı gibi emin.
      Ben de kendi ruyalarimdan bahsedecek gibi oluyorum bir an.
      Sonra neyse diyorum, deliyle deli olma.
      Mp3 çıkıyor meydana. Sigaralar yanıyor. Ne olacaksa olsun, sıkıntı yok. Her şey rüyalardan ibaret sonucta, ruh halimizin karmakarışık olduğu bu dönemde ergen bir çocuk icin oldukça normal şeyler yaşıyoruz.
      Eminim ki, atlatacagiz.

      Diye düşünüyordum.

      Eve gittiğimde penceremin önündeki mermerde duran beyaz kağıt parçasının üzerinde yazılmış 8′i görene değin…

        MatiG İşte elimde tuttuğum ufak, rüzgarda uçmaya cesaret dahi edememiş bu beyaz kağıt, benim giriş biletim.
        Bilemezdim.. Bilemezdim..
        Hangi yöne giden, hangi trenin bileti.. Bilemezdim.
        Bindiğimde o trene, inemeyecegimi bilemezdim.
        Ama bilseydim.. Bilseydim de, yine de, alır miydim onu evime? Gider miydim peşinden..

        8
        Bu benim biletim. Benim adıma kesilmiş. Dönüşü yok, bineceksin.
        O yollardan geçeceksin.
        O uçuruma düşeceksin..

        xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

        Nihayet bir şeyleri ciddiye almanin vakti gelmişti.
        Tamam, tesadüfler dünyası, bunda okeyiz.
        Hayal kurmayi cok seven biriyim, bu da tamam. Ancak bu sekiz her yerde karşımıza çıktıkça, - ya da biz onu her gördüğümuzde, ister istemez ona yöneldikce- bu macera bitmeyecekti.
        Mesela Pierre Lotiye gittiğimiz o gün, teleferikte giderken, altımızdan akıp giden mezarlikta,mezar taşına kocaman yazılmış 8′i görünce, o mezarlığa kaçak bir yolla girmeye calismamaliydik.
        Ya da, sokak ortasında alelade dayak yiyen o kadını kurtarmaya çalışırken, vücudunda sekiz dövmesi bulunan o adam “Sizinle de görüşeceğiz” deyince, peşinden o sokaga dalmamaliydik.
        O gece, sabaha karşı, sular vadisinde, eve dönerken, o sicim gibi yağmurdan ve yerleri istila etmiş kurbağalardan kaçarken, Zeyneplerin penceresinde o silueti gore göre girmeli miymisiz o eve..

        Bilemiyorum.

        xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

        Zeyneplerde aldım soluğu, elimde 8 yazan kağıt.
        Gel, dedi dolaşalım biraz.
        Bizim semtte binaların hepsinde yangın merdivenleri olur, balkonlu. Onlardan birine geçtik. Yangın merdiveninde oturduk, başladık yarı dalga yari tırsak muhabbete.

        “Camda buldum.”
        “Şaşırmadım. Bir gün pencereden içeri girerse de şaşırmam.”
        “Kim girerse?”
        “E.”
        “E nin ne gibi bir anlamı olabilir? Emre falan mı? E nedir daha guzel bir isim bulamamış mı? Q Yapsaymis mesela, daha karizmatik bence. E böyle şey, hafif nanoș gibi. Daha ciddi olmalı ki korkalım adamdan. O olsa mesela, iyi küfür yerdi. Çok lümpen bir isim seçmiş adi herif.”
        “ Sekiz niye o zaman, o da mı nanoș? ”
        “ O da böyle şey, hani 10 kadar mükemmel değilim. Ama 5 gibi vasat da olamam. İnsanı arada bırakıyor.”

        Derken o sesi duyduk. Son derece naif. Asansöre binmek icin bekliyorlar.
        “Çok doğru.. Çok doğru. Tabiki her şeyin bir anlamı vardır, kelimelerin, rakamların… Bunlardan en tılsımlısi şüphe yok ki, sekizdir.”

        kulağım çınlıyor sanki bunu duyduktan sonra.
        Yapmam gereken tek bir şey var. Bunu söyleyeni yakalamak ve hesabını sormak.

        Kapıyı açıp apartman boşluğuna giriyoruz. Cok gec, 1 adam 1 kadın bindiler asansöre.
        Merdivenlerden ölümüne koşarak takip ediyoruz asansörü.

        8′de duruyor.
        Ve içinden hiç kimse inmiyor.

        xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

        Bu beklenen bir durumdu doğrusu.
        Hiç şaşırmıyorum.
        Benim korktuğum ise, bu gece göreceğim rüya oluyor.Yeniden korkunç bir durumla karşılaşmak istemiyorum. Iyiden iyiye bu iş raydan çıkıyor, hissediyorum. Yine de aklımın bir köşesinde hep bütün bunların hepsinin saçmalık olduğu düşüncesi yer alıyor. Bu nedenle başımı yastığa koyuyor ve kendimi uykunun şefkatli (?) kollarına bırakıyorum.

        Anlıyorum.
        Gelecek.
        Çünkü yine, rüyada miyim, uyanık miyim hissi.
        Yine o yanık kokusu.
        Odamın duvarlari kapkaranlık.
        Kafamı ceviremiyorum.
        Kapının orada, biliyorum, hissediyorum.
        Bana zarar vermeyecek.
        Ona güveniyorum.
        Ellerimi hareket ettirebildigimi farkettigimde, ellerime siyah bir duman dolmaya başlıyor. Sımsıkı ama sımsıkı sarıyor elimi.
        Sanki çağırıyor beni, ‘gel. Gel ve tüm bu olanlardan kurtul.’

        Bitiyor.
        Artık uyanıyorum demiyorum, çünkü buna bir uyanma denemez. Sanki biri elini şıklatiyor ve tum fluluk, ve o koku, ortadan kalkıyor, hepsi bu.

        Vücudumun kasılmasi geçtikten sonra, elimdeki o yeni öpülmüș hissi veren ıslaklığı hissediyorum.

          MatiG İlk kez… Hayatımda ilk kez biri(?) ellerime; suç ortağıma, beni bile bile yangınlara sürükleyene, hakkettiği değeri gösteriyor ve onu öpüyor.

          Bilemezsiniz. Eğer yalniz kaldığınız o soğuk ve ıslak kaldırımda elinizden tutup sizi o karanlıktan çekip çıkaran biri yoksa, ellerinizin 38 derece sıcaklıkta bile nasıl titreyebilecegini bilemezsiniz. Eğer hiç ellerinizle yaptıklarınıza karşı bir teşekkür duymadiysaniz, ellerinize baktığınızda sanki arkası görünüyormuscasina boşluk hissedilebilecegini bilemezsiniz.

          Ben biliyorum. Benim elimden tutan olmadi, üzgünüm. Değmez miydi, değersiz miydi? Görünmez miydi yoksa… Karar veremiyorum. Ama ilk kez biri, işte o en değerli madeni keşfetti ve onu sarıp sarmaladi. Şimdi ben nasıl olur da bu çağrıyı yanıtsız bırakırdım..

          Gidecektim.

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          İçimde inanılmaz bir heyecan, mutluluk. Deli gibi arıyorum onu. Şifreleri çözmeye çalışıyorum. Ne olduğu, hangi boyutta oldugu umrumda değil. İçimde sıfır korku çünkü Allaha inanmayan biri için ‘cinler, ruhlar’ gibi varliklar hicbir anlam ifade etmez. Belki de bir uzayli, bir mutasyona uğramış süper güçleri olan canlı.. Ne bileyim. Neyse ne, hicbir onemi de yok. Elimden tuttu benim! Ben benim elimden tutani, bırakmam hepsi bu.

          Gidiyorum ve ne var ne yok anlatıyorum Zeynebe, ne olacaksa olsun. Rüyalarının bir anlami var, bunu bilsin. Ben görüyorum ya onu.. Dokunuyorum. Ve artik istiyorum. Ben bu dünyaya ait hiçbir zaman olmadım. Belki de ait olduğum yerden çağırıliyorum artık. Bu aile, bu insanlar.. Ben göğsüne bir kere yaslayıp başımı derdime ortak edemediysem ne anlamı var!

          Zeynep duyduklarına hiç sevinmemis gibi. Bense onun heyecanlanacagini ummustum. Nedense morali cok bozulmuştu ve o an kalkıp gitmek istediğini fark ettim.

          “Sorun ne?”
          “Senin bu anlattıkların, benim zihnimde inkar edip kendimi rahatlattigim tüm bahanelerimi siler atar Mathilda.”
          “Tamam, gerçek buysa ne olacaksa olsun.”
          “Ben yokum Mathilda, üzgünüm.”
          “Zeynep, beni yalnız bırakamazsın, çünkü bu her neyse veya kimse seninle irtibat halinde olmalı. Benimle konuşmuyor, belki de çekiniyor.”
          “Gerçek bir aptalsın. Bunun dizilerdeki gibi bir aşk hikayesi benim de aşk hikayesinin çöp çatan kızı mı zannediyorsun sen? E. beni boğuyordu Mathilda. Beni öldürmekle tehtit etti. O senin yanında kimse olsun istemiyor, seni kimse sevsin istemiyor. Seni yalniz görmek istiyor. Sen ne zannediyorsun? Hem baksana senin bu herkesten nefret eden tavrin… Bence bu aptal düşüncelere son ver ve yalnız kalmamaya bak. Beni dinle, benim yaşadıgimin onda birini yaşamadın. ”
          “ Biliyor musun Zeynep, şu an kurduğun ve kuracağın tüm cümleler beni sadece ona itiyor. Sanırım yolun sonu. Ben buradayım ve ne olacaksa olsun.”
          “ Ben yokum. ”

          İşte yalnızım. Zeynep iyiliğimi düşündüğü için mi yaptı bunu yoksa korktuğu için mi hiçbir fikrim yok. Ona öfkelenmiyorum. Ben hiçbir zaman anlaşılmamayi kendim seçmedim ama bunun sonucu olan yalnızlığı artık benimsedim.

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          Bu karardan sonra, her gün yatmadan önce sanki sevgilisiyle buluşuyormus gibi hazırlanan bir kıza dönüşmüştüm. Rüyamda onu göreceğim ve belki yine bir öpücük kazanacağım, ellerimden tutacak diye kendimi hazırlıyordum. Camda saatlerimi geçiriyordum. Yalnızdım, onun istediğini bildiğim gibi. Ama asla gelmiyordu…
          Ne bir rüya, ne bir iz.
          Kendimi tam anlamıyla aptal gibi hissediyordum.

          O aralar okulda da işler yolunda gitmiyordu. Derslere odaklanamiyordum. Kimseyle oturup konuşamıyordum.
          Bir gün farklı bir sınıftan olan Sueda ile tanıştık. Nasıl tanıştığımizi bile hatırlamıyorum. Oyle sanki her zaman hayatimdaymis gibi geldi yanaştı yanıma. Artık onunla söylüyorduk en hard trackleri Vadi’de. Birbirimizde kalamıyorduk, onun ailesi pek tutucuydu. Ancak okuldan kaçtığımiz bir iki saat yeterli oluyordu. Sueda da benimle tanısana dek sınıfından hiç çıkmayan sessiz sakin biriymiş. Onu neredeyse koridorda gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Şimdi ise onu görmeden bir günüm geçmiyordu. Cok eglenceli biriydi. Melankolik yönü pek yoktu. Ince uzun, esmer, güzel bir kızdı. Okulun en saf en çelimsiz erkeği ile konuşuyordu Facebooktan. Yazıstigi cocuk bir gun bana açılınca onun peşini de bıraktı.
          Ona hicbir zaman bahsetmedim sekizden, pencereden, ruyalardan. O bir arkadaşti ama asla aynam değildi.

          BIzim de bir mekanimiz oldu sonra: KSOR.
          Bu isimlerimizin baş harflerini içeren bir isimdi.
          Ayni mahallede oturdugumuz icin sitemizin içinde binalarimizin az ilerisindeki etrafı ağaçlarla kapli ortasında 2 bank bulunan bu gizemli mekani seçmiştik.
          O aralar bulunduğumuz semtte graffiti de meshurdu, biz de nasiplendik. Elimize sprey aldık boyayla mekanimizin yerini işaretledik.
          Yere koskoca harflerle KSOR yazdım. O da bir seyler karalıyordu kendince.
          Sonra dönüp baktığımda ağacın uzerine beyaz sprey boyayla 8 yazdığını gördüm.
          Anlamlandiramadim.
          Iyice yaklaştım, gercekten bir sekiz mi?
          Her seyden onemlisi tesadüf mu?

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          “Neden 8?”
          “Neden derken?”
          “Yani.. Bir anlamı var mı senin için?”
          “Yoo oylesine, yazacak bir sey bulamadim. Spreyi eve goturemem annem kızar, bitirmem gerek.”

          Farkında olmadan tuttuğum nefesimi verip güldüm, tabi ya, anne kızmasın.

          Sueda beni içinde bulunduğum kaotik durumdan çıkarıp hayata daha keyifli ve sade bakmami saglayan biriydi. Her sey yine makaraydi ama hep dozundaydi. Hiçbir gizem yoktu. Ailesinin tutucu olmasi bizi dengeliyordu. Iki taraf da serbest olunca işler ister istemez raydan çıkıyor çünkü.
          Yine de bu tutuculuk bir yerde bir şeyleri bastırıyor olabilmesi açısından tehlikeli olabilirdi.
          Çok geçmeden zaten bunu gosterecekti.

          Ramazan ayı geldiğinde artik geceleri dışarıda biraz daha durmak için bir bahanemiz vardi: Teravih namazı!

          Camiye deyip Ksorda vakit öldürüyorduk. Cekirdek-kola, hepsi bu.
          O gece, artık dönmemiz gerektiğinde sueda bana bakarken dalmış ve düşünceli görünüyordu.
          Dirseğini banka koymus, eliyle başını tutarak öylece duruyordu.
          “Ne var?” Deyip gülümsedim.
          “Biliyor musun, cok güzelsin.”
          “O ne demek ya?” tuhaf gelmişti çünkü ses tonu ve tavri ortamı aniden romantiklestirmisti. Yüzüme sıcaklığın akın edip beni kıpkirmizi ettiğini anlamıştım. Sanırım bu durumdan kaçmak için büyük bir kahkaha patlattim ancak ardına soyleyecek bir espri bulamadım. Gülmem durduğunda yüzüme yaklaştı. Donuk ifademle ona bakarken beni ansızın öptü.

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          Hayatımda kendimi en kötü hissettiğim anlardan biri olabilir. Ne yapacağımı bilemedim. Onu küçük düşürmek de istemiyordum, hicbir sey olmamış gibi devam etmek de.
          “Ne oluyor ya” deyip yerimden fırladım.
          Onda hiçbir utanma, sıkılma veya farkli bir ifade göremedim. Bu öfkemi biraz daha artırdı.
          “Ne oldu?” dedi.
          “Sueda, iyi misin sen?”
          “Sueda.. Ah. Ben cok özür dilerim.” dedi.
          İşte o an.
          Birden, aydınlanma yaşadım.
          Hassktr.
          “Bana ne olduğunu anlatman için 5 saniyen var.”
          “Mathilda, ben çok üzgünüm… Senin karşına çıkmam mümkün değil. Özür dilerim.”

          Suedanın su yeşili gözlerinin kömür karası olmaya başladığını fark ettiğimde ciğerime dolan o yanık kokusunu anında tanıdım!
          Bayılacak gibi oldum. Tüm yer ayağımın altından kayıp gitti bir anlık. Ayağa kalkmadi, beni tutmadı. Gözünü dahi kırpmiyordu. Zaman durdu sanki. Sesler boğuklasti.

          “Sen.. Sen gerçek misin? Rüya.. Rüya mı? Sueda!?”
          “Mathilda…”

          Yanık kokusu nefes almamı engellemeye başladığında koşarak eve gitmem gerektiğini anlamıştım. Ve öyle de yaptım.

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          Ağlıyorum. Sadece ağlıyorum. Bir günah işlemiş gibi. Katil olmuş gibi. Pencereden atlamışım gibi hissediyorum.
          Bu hissi anlatmam imkansiz.
          Ne olduğunu anlamlandirmak imkansiz.
          Suedayi aramak istiyorum.
          Ama alacağım cevaptan cok korkuyorum.
          “Bugün evden çıkmadım. Ben teravihe gelmedim” bunlardan birini söylemesi mi daha kötü, yoksa “seni öptüğüm icin üzgünüm.” demesi mi karar veremiyorum.

          O geceyi uykusuz gecirdigimde, ondan onceki geçirdiğim gecenin son uyuyarak geçirdiğim gece olduğunu bilmiyordum.
          Ve benim için artık doktor doktor gezme süreci buradan sonra başlıyordu.

          xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

          ‘Insomnia’
          Yeni tanımım buydu.
          Okula gidemedim, raporluydum.
          Suedayi aramadim.
          Iki hafta oldu.
          Uyku ilaci kullaniyordum. Zaten kafam kalkmiyordu.
          Beni sabah okula kaldıran veya ne olup ne bittiğini öğrenmek için odama uğrayan herangi bir aile bireyim yoktu.
          Kardeşimle vakit geçiriyordum ara ara.
          Onun gözlerine bakıp ağlıyordum.

          Bir gün yine odada kardeşimle oynarken kapı çaldı, annem açtı.
          Gelen Suedaydi.
          O kadar hissizdim ki. Korku veya heyecan.. Hicbirini duymuyordum.
          Bana bir açıklama yapıp şu iğrenç durumdan beni kurtarirsa ona minnettar olacaktım.
          Beni görünce, ağlamaya başladı.
          Ağlaması bana şu hissi verdi, beni öptüğü için pişman. Bunun bir nebze daha iyi bir seçenek olduğuna karar vermiştim geçen zamanda.
          Fakat ondan duyduklarım bambaşkaydi…

          “Annem beni dövdü ve seninle görüşmemi yasakladı… Buraya bakkala diye çıkarak geldim. O gün teravihe diye çıktığımda annem beni takip etti, sen daha KSORa gelmemiştin. Orayı bastı. Kolumu sıka sıka götürdü eve. Evde üzerime çıktı inanilmaz bir dayak yedim. Çok üzgünüm. Senin anneni de arayıp anlatmış. Günlerdir okulda yoksun, senin de dayak yediğini ondan gelmediğini düşündüm. Iyi misin Mathilda? Cok korktum, cok üzüldüm. Fazla vaktim de yok.. ”
          Hüngür hüngür ağlıyordu.
          Sarıldım ona.
          “Asıl ben çok üzgünüm. Hayır, bana kimse bir şey demedi, annem sormadı bile. Sueda, cok üzgünüm. Ne diyeceğimi bilemiyorum.”
          “Iyi olmana sevindim. Gitmem gerek, okula gel tamam mı, orada görüşebiliriz.”
          “Tamam. Geleceğim.”

          Gitti.
          Zeynebi aradım.

            MatiG Defalarca aradım. Açmadı. Tahmin etmeliydim. Beni sildi, bu hiç adaletli değil. Ona ihtiyacım var. Tüm bu olanların suçlusu ben miyim? Onun başına bir çorap ördüğümu düşünüyor. Halbuki her şey birbirimizden habersiz başlamıştı bunu unutuyor. Elimizdekileri birleştirme ve ortak bir karar alıp çözüme ulaşma şansı vermedi bana. Ya da verdi de ben mi hep vurdum dalgaya.. Bilemiyorum, sağlıklı düşünemiyorum. Ancak şuan, tam da şimdi, her ne diyecekse de onu kabul etmeye ve aynı yolda yürümeye razıyım. Hayır, daha fazla macera istemiyorum, kalsın. Ellerimle hükmedemedigim, benden güçlü olan her sey beni ürkütüyor. Ben ellerimin öpülmesinden hoşlanıyorum evet. Ama kandırılmayi hic mi hic sevmiyorum.

            xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

            “Telefonumu açmamanin ne anlamı var Zeynep Hanım? Ayni okulda olduğumuzu unutuyorsun sanırım?”
            “Artık gelmiyorsun diye düşündüm.”
            “Artik gelmiyorum diyelim, hic mi merak etmiyorsun; neden?”
            “Merak etmiyorum.”
            “Zeynep ben sana ne yaptım ya? Suçum ne benim söyler misin? Beni benden iyi tanıyorsun. Biraz eğlenmek ya da ne bileyim bi maceranin peşinden ko..”
            “Merak etmiyorum, çünkü biliyorum.”
            “Neyi biliyorsun?”
            “Mathilda… Ne oldu sana? Eskiden çok zeki bir kızdın. Şuan aklını şaşırmış gibisin.”
            “Zeynep. Ne biliyorsan anlat artik. Bak eğer başıma gelenden bir şekilde haberin olduysa, bu safhayi geçelim. Eğer başıma gelen şeyin ne olduğu hakkında bir fikrin varsa paylaş benimle. Yani söylemesi bile gülünç geliyor ama bu ruhani bir durumsa ve ben bunu imgelendiremiyorsam bana yardımcı ol.”
            “Maddi mi manevi mi bilemem. Ama eğer gerçeği bilmek istiyorsan, onu gördüm.”
            “Nasıl.. Nasıl gördün?”
            "Sana bunu daha önce de anlattim ancak beni kıçına bile takmadın. Onu önce sizin evin önünde gördüm, sonra bizim okulun önünde ve sonra defalarca ve defalarca. Hep bizim semtte, bizim gittigimiz yerlerde. Bir gün dayanamadım, onunla yine karşılaştığımda yanına gittim. Konuşup bizi rahat bırakmasını isteyecektim. Ya da ne bileyim işte… Karşısına geçtim, ‘Pardon??’ dedi. Ben hicbir sey soyleyemeyecegim zannediyordum ama o derin hissiyat olusmadi. Anın verdiği rahatlıkla birden ağzımdan ‘Bizim pesimizi rahat bırak.’ demek çıkıverdi. Koskoca adam kıpkirmizi kesildi. Ne diyeceğini bilemedi. Görünen o ki beni hayatinda ilk kez görüyordu. ‘E?’ dedim. ‘Sizi hayatımda ilk kez görüyorum. Muhtemelen bir yanlışlık oldu eğer rahatsızlık verdiysem bilmeden cok özür dilerim.’ dedi. Zaten gözlerine bakar bakmaz o olmadığını anlamaliydim diye düşündüm. Çünkü E.nin gözlerine bakabilmek imkansiz.
            Simdi mathilda.. Ya biz onu zihnnimizde yarattık. Ya da.. "
            “Ya da o peşimizde gezen, bizi takip eden, insanların bedenlerini kullanan bir ruh? Oyle mi?”

            Bunu açıkça dile getirmek tüylerimi diken diken etmişti. Ben böyle şeylerin abuk sabuk Türk korku filmlerinde gecebileceginden otesine inanmazdim hicbir zaman. Eger o gozleri gormeseydim, o kokuyu duymasaydim.. Bu cumle asla ağzımdan çıkamazdi muhtemelen. Yine de Zeynebin benimle aynı fikirde olmaması bana bir nebze iyi geliyordu. Çünkü bu işlerin bu kadar kolay olmayacağını o da biliyordu. Bir yerde bir yanlışlık olmalıydı. Biz ya birinin çöplüğünu yanlışlıkla karıştırmış olmalıydık ya da biri bize bi oyun oynamış olmaliydi. Insan oturduğu yerden gökyüzünü seyrederken boyle bir açmazın içinde kendini bulmamaliydi, hayatın normal akışına tersti.

            xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

            Suedanin sınıfına gittiğimde koşarak gelip sarıldı bana. Hala kollarında o günden kalma çürüklerin izleri duruyordu. Belli ki bu hayatında yediği ilk dayak değildi. O gece benim yüzümden başına bu gelmişti. Onun bedeni ile benim başıma gelenden haberi olsaydi, belki de benden daha fazla suçlu hissederdi kendini. Ancak sueda bunların hiçbiriyle uğraşmayacak kadar buruk bir kızdı özünde. Amansiz bir evden kaçış ona çok yakışırdı da, o hep sefil bir kabullenişi tercih etti.

            “Gelmişsin. İyi misin? Her şey yolunda mı?”
            “Yolunda canım, sıkıntı yok. Sen ne yaptın? Duzeldi mi annenle araniz?”
            “Evet yeni yasaklara ayak uydurmaya çalışıyorum. Bilgisayar falan da gitti, ot gibi oldum. Biraz yumuşadı gibi, bakalım. Belki önümüzdeki günlerde televizyon izleyebilirim.”
            “Kaç bize.”
            “Ölmemi istiyorsun heralde.”
            “Ben değil annen istiyor. Seni köpek gibi eğitmek istiyor. Tamam yanlışa yanlış ama bokunu çıkarmış afedersin.”
            “Konuşma şöyle.”
            “Ciddiyim kaç bize. Haberi olmasin. Arasin bulsun. Bize bakmak da mutlaka aklına gelecektir. Anneme rica ederiz, annen geldiğinde konuşur. Biraz acitasyon yaparız. Sen de tepkini göstermiş olursun boylelikle. Nereye kadar surecek bu ıslah söylesene. Bir şeyler yapman lazim. ”
            “ Mati annem beni aramaz. Beni gaza getiriyorsun ama bana pahalıya patlar soyleyeyim sana. ”
            “Denemeden bilemezsin.”

            Yine çok zeki olduğum anlardan birinde verdiğim bu gazın nasil elimde patlayacagini inanılmaz bir şekilde deneyimlemis oldum.
            Gerçekten de annesi suedayi aramaya gelmedi.
            Okul çıkışı tirsa tirsa bize gittik. Annemle okeylestik. Gece boyu koptuk. Sabah uyanıp yine tıpış tıpış okula gittiğimizde annesinden hiçbir arama kurtarma çalışmasına girişmedigini anladık. Bu işleri sinir bozucu bir ürkütücüluk boyutuna çıkardı. Hadi bir gün kaçtı, aramadı. Şu saatten sonra batti balık yan gider deyip kaçmaya devam mi etmeliydi, yoksa evin yolunu mu tutmaliydi? Ikisinin de sonu pek hayra alamet durmuyordu. Sueda haklıydı. 10 gun de ortadan kaybolsa, annesi onu arama zahmetinde bulunmayacakti. Onu pavlovun kopeginden farksiz yetistirmisti. Eve gitmedigi her gun suedaya elektrik su dogal gaz olarak geri dönecekti. Daha fazla fatura birikmemesi adına kaçışı birinci gunden sonlandırdık ve okul çıkışı evlere dağıldık.

            Onu merak ediyordum. Beni araması mümkün değildi. Ben arasam olaylar daha mi büyürdu bilemiyordum. Biraz kafamı dağıtsam iyi olacaktı. Kırmızı defterime birkaç yazı karalamak iyi bir fikirdi. Ancak defterim yerinde yoktu. Her yerde aradım onu. Ama yok yok yok. Nerede bu Allahin cezasi tam da ihtiyacım oldugu anda! Tüm hislerim, anlarım, düşüncelerim, hepsi onda.. Bir günlük diyemeyiz, cok daha fazlası. Benim her kendimi dinlediğim an, duyduğum her şeyi aktardığım, kimse okumasa bile tüm dünyaya hitap edercesine yazdıkca yazdığım o kırmızı kaplı defterim..
            Dolabımda ararken bir sey farkettim. Bazi eşyalarımın yeri değişmişti. Ic çamaşırlarimin olduğu bölüm karmancormandi. Kardeşimin odamda yine keşfe çıktığını düşündüm. Defterimi de o almış olabilir miydi acaba? Anneme sorduğumda ‘görmedim.’ dedi. Bir dakika bir dakika… Sansar salvo’nun imzalı posteri mi yerinde yok, ben mi yanlış görüyorum?
            Umarim, diyorum. Umarım Suedanin bizde kalmış olmasiyla bunların hiçbir ilgisi yoktur.

            xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

            Ertesi gün okula, Suedanin sinifina uçarak gidiyorum. Öğretmenler zili çalana değin onu bekliyorum, yok! Gelmiyor.
            Zeynebin yanında buluyorum kendimi; “Gel benimle.”

            Okuldan kaçıp suedalarin kapısına dayaniyoruz. Açan olmuyor.
            Arıyoruz, yok. Annesine çocukça vermeye kalkıştıgim ders umarim pahaliya mal olmamıştır.

            Bizim eve dönüyoruz. Zeynebe defter ve posterden bahsediyorum.
            “O almış olabilir mi?”
            “Sueda mı? Ne yapacak ki, hic sanmam.”
            “Hayır Suedadan bahsetmiyorum.”
            “Saçmalama.”
            “Baska ne eksik?”
            “Ben..detaylı bakmadım.”

            Hummalı bir arama başlıyor. Var olan bir şeyi aramak ile, neyin olmadığıni aramanin farkını analiz ediyoruz saatlerce. Kendini arayan bir insanin sonunda Tanrıya ulaşması gibi… Kendini kaybetmiş bir inanin rotadan çıkması gibi… Metafor üzerine metafor yağdırıyoruz. Ve ne eksik buluyoruz! Zeyneple birlikte aldığımız dostluk bilekliğim.

            xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

            O günden sonra Sueda gelmiyor okula epey zaman. Kaydının alındığını, taşıdıklarını öğreniyoruz sonra. Bu kadar alelacele nereye gittiklerini, akıbetinin ne olduğunu deli gibi arastirsak da hiçbir cevap bulamıyoruz. Sınıf öğretmeninden rica edince Tekirdağ’a gittiklerini ogrenebiliyoruz yalnizca. Bu kaçış hiç hayra alamet durmuyor. Öğretmenin durumdan haberdar ve irtibat halinde olması bir nebze de olsa içimize su serpiyor.

            Bir zaman sonra, Facebooktan Suedadan bir mesaj alıyorum.

            "Merhaba Mathilda. Nasılsın? Ben iyiyim merak etme. Eminim o günden sonra ne olduğunu çok merak etmişsindir. Anneme gereken dersi verdik sayende, teşekkür ederim. Artik beni terbiye etmeye çalışmıyor! Babamın işi sebebiyle Tekirdağ’a geldik. Burada her şey yolunda. Bana kızmadın değil mi? Neyden bahsettiğimi anlıyor musun? KSOR’ u ihmal etme. Hani sormuştun ya neden 8 diye. Bunun cevabını eminim ki bulacaksın! Sadece gidip araman gerekiyor.
            Hesabımı sileceğim, bir gun yine görüşürüz umarım, hoşçakal! "

            Neyden bahsettiğini anlamıyorum.
            Bana verdiği talimatı mesaji okur okumaz yerine getiriyorum. Saatin kaç olduğu umrumda değil.

            KSOR’a gidiyorum. Etraf karanlık ve sessiz. Yine de beyaz sprey boyayla yazılmış 8 oldukça göze çarpıyor. Yaklaşınca ağaca doğru, ağacın dibinde yere atılmış çuval parçası gibi bir şey görüyorum. Oldukca kirli görünüyor. Ellerim titrese de onu almaktan kendimi alıkoyamıyorum. Defol gitsene işte şuradan. Sabah olunca Zeyneple gelir bakarsınız. 8le goz göze geliyoruz o an. Cuvali alıp açtığımda kırmızı kaplı defterimle olan hasretim nihayet son bulmuş oluyor.

            xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

            Her sayfasına kömür gibi bir şeyle kocaman 8ler çizilmis. Yazılarım neredeyse okunmuyor. Cığlık atıyorum. Başka ne yapabilirim? Eve gitmek istemiyorum.
            “Ne istiyorsun benden? Neden yaptın bunu!”
            Hicbir cevap yok. Geri dönüp suedanin kapanmış facebook hesabina literaturumde bildiğim tüm küfürleri yazıyorum. Defterimi o mu çaldı? Yazıları o mu yazdı? O almadiysa kim aldı ve Sueda nasıl bundan haberdar oldu? Herkes benden habersiz anlaşmalı olarak bir film çeviriyor. Hepsi ben delireyim istiyor. Herkesten nefret ediyorum, herkesten!

            Zeynebi arıyorum yine. Birilerinin peşinde koşmaktan çok sıkıldım. Ertesi gün buluşuyoruz sular vadisinde. Defteri gösteriyorum. O iğrenç 8leri gördükce yüzü bembeyaz kesiliyor farkediyorum.
            “Bilezik ve poster?”
            “Yok, çıkmadı.”
            “Sueda mi aldı yani? 8i biliyor muydu?”
            “8i 8 olarak bilmiyordu. Yani tabiki 8e karşı bir zaafim olduğunu gördü o da az çok oraya buraya yazdığım şeylerden. Dikkat etmiş olabilir. O gün kalmaya geldiğinde belki ben farketmeden defterimi aldi. Zaten aldıysa içinde 8 ve E ile ilgili bir ton şey yazıyordu. Annesiyle olan olaylardan dolayi benden intikam almak istemiş olabilir. Beni korkutmak istedi belki bilemiyorum. Ben hiçbir şeyi bilerek yapmadım. Ona zarar vermek istemedim ama i dupeduz ben üzüleyim korkayım diye.. Zeynep? ”

            Zeynep, beni dinlemiyordu. Gözleri bir yere donmuş, dolu dolu agladi ağlayacak şekilde bakıyordu. Kafamı çevirip arkamda ne olduğunu görmek bile istemiyordum. Ama bakmak zorundaydım.
            Hicbir sey yoktu. Bildiğimiz vadi, dümdüz yol, yürüyen birkaç insan.

            “Ne oldu Zeynep?”
            “E.”
            “Hangisi? Hani.. Hani o değildi? Konuşmuştun, sen.. ”

            Biraz uzaktaki çöp kocasının önünde elinde yine aynı çuval parçasıyla dikilen E.
            Gözlerini seçemiyorum, fazla uzak.
            Öylece duruyor, belli ki bizi izliyor.
            Elindekini çöp kovasına bırakıp, arkasini dönerek yavas adımlarla uzaklaşmasıni seyrediyoruz.
            En az 1 saat çakılıp kalmışızdir o banklara.
            Gidelim mi, gitmeyelim mi..
            Bakalim mi bakmayalim mi.
            Ilk defa bakmamaktan yana kullanıyorum oyumu. Tek bir sey daha görmek istemiyorum. Ancak yolun orası. Eve ordan döneceğim. Elbette ki alternatifim var. Ama kendime gidip bakmak için bir yol yapıyorum belli ki.
            Çöp kutusuna yaklaştığımızda onun kokusu her yanımı sarıyor..
            Gözlerim yaşarıyor.
            Bu cok anlamsiz.
            Çuvalı alıyoruz.
            İçinden poster ve bileklik çıkıyor.
            Paramparçalar.
            Hiç acıması yok, belli.
            Eve dönmem gerekiyor, konuşacak bir şey yok.
            Adımlarım sakin.
            Eve gittiğimde her şeyi annemlere nasıl anlatacağımı kurguluyorum kafamda.
            Bana yardım etmelerini umuyorum.
            Onlarca senaryo arasinda ne ara evin yokuşuna gelmişim farketmiyorum bile.
            KSOR’un önünden geçiyorum.. Bir daha asla buraya gelmeyeceğim.
            İşte binamiz.
            Ve işte kapısında beni tüm serkesligiyle bekleyen E.

              MatiG Sesimin 5 yaşında bir kız çocuğu gibi ürkek ve titreyerek çıkmasına engel olamıyorum. Yine de kendimi konuşmaktan alıkoyamıyorum. Parmak uçlarına kadar titreyen ayaklarıma, bir daha hiç açmayacakmisim gibi sımsıkı kapattığım gözlerime inat, bu mağrur isyani hemen orada bir çırpıda gerçekleştiriyorum. Belki de yalvarıyorum desem, daha doğru olurdu..

              “Lutfen.. Her kimsen veya her neysen, peşimi bırak. Git… İstemiyorum.. Ben.. Ben cok güçsüzüm. Benden kimseye bir fayda gelmez… Aptalın tekiyim… Şu dünyada harcadığım oksijenden fazlası değilim.. Lütfen… Daha fazla bana acı çektirme… Ben dayanamıyorum.. Ben.. Gitmeni istiyorum… Benim gibi zavallının peşini bırak… Lütfen…”

              Karanlık.
              Sessiz.
              Yalnizca gozkapaklarimi görüyorum.
              Yalnizca kendi soluğum ve kalp atışlarımı duyuyorum.
              Gözlerimi açmam ve bir cevap almam gereken zaman çoktan geçti.
              Bunlari söyleyebildigim için mutluyum. Şimdi ona bakma vakti. Kendimi toparladigimda, yavaşça aralıyorum gözlerimi;

              Kimse yok!

              xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

              Mutsuzum.
              Yastığım ıslanıncaya dek ağladım.
              Bir ara yine beni izliyor sandim.
              Pencereme baktim, yoktu.
              Gitti, hissediyordum. Üzerimdeki ağırlık, izlenme hissiyati, hepsi yok olmuştu.
              Ben bunun beni derinden sarsacagini hic düşünmemiştim.
              Belki de acıdı bana, çaresizliğime, yerin dibine girişime.
              Belki de etkilendi sözlerimden, aklı başına geldi.
              Ya da gerçekten, sadece ama sadece ben git dedim diye gitti…
              Bunun benim için anlamı büyük ve ona minnettarım. Onun hakkında en ufak bir fikrim olmasa da, erkek mi, kadın mi, yoksa cinsiyet kavramının dahi olmadığı bir dünyadan gelme mi, beni seviyor mu, korkutuyor mu, zararlı mı, etkisiz mi bunların hiçbirini bilemeden gittiği için ona minnettarım.
              Çünkü bazen bazı şeyleri bilmemen, öğrenmemen gerekir. Bazı gerçekler gizli kaldığında güzeldir. Öğrenilmek zorunda kalınan her şey ise sadece zarar ziyandir.
              Ben biliyorum ki artık bu gece rahat uyuyacağım. Belki bir ilaca dahi ihtiyacım olmayacak. Şimdi içine düştüğüm bu boşlukta uykularımı benden alanın beni kendimle basbasa bırakisini sorgularken kendimi uykunun bu sefer gerçekten şefkatli kollarına teslim ediyorum.

              xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

              Kesintisiz uyunan bir gün sonunun sabahında evde her zamankinden farklı sesler hakim. Daha kalabalik geliyor kulağa. Pek misafiri olan ailelerden de değiliz, kendi kendimizi zor idare ediyoruz: her anlamda.
              Mutfağa gittiğimde sonuna yaklaşılan kahvaltı masasının bir ucunda oturan ablamı görünce yarı uykulu gözlerim birden kocaman oluyor.

              “Gelmişsin!”
              “Evet Matiii, bitti sınav haftam. Annem uyuyamadığını söylemişti hani, kış uykusuna yatmış gibi uyuyordun mışıl mışıl?”
              “Ya tabi, senin geleceğini hissettim enerji depoladım.”

              Ablamla yalnız kalacağım anı kolluyordum artık. Evet, ilk tamamen açılmam gereken kişi oydu. Büşra ablam benden sadece 3 yaş büyüktü. Gözümü dünyaya açtığımdan beri gördüğüm yüz, ailem dediğimde aklıma gelen ilk kişiydi. Onu da cok üzdüler ya, engel olamadım. Sadece kendini odaya kapattığında kapı altlarindan mektuplar yollardım. Biraz olsun gülse, tamamdı. Zaten çoğu zaman hayattaki yerim bundan ibaretti. Darda olanı kurtar! Ağlayanı güldür! Açı doyur! Kendini mi? S.tir et!

              Evimizin favorisi kardeşimin yanında buluşuyoruz. Annem hala mutfağı toparlarken fırsat bu fırsat oluyor.
              “Neler oluyor bir bilsen..”
              “Ne oldu yine? Annemle babam mı boşanıyor yoksa yine?”
              “Yok, öyle birşey değil. Benimle alakalı.”
              “Neymiş?”
              “Böyle ayaküstü anlatamam odaya gel.”

              Başta onunla dalga geçtiğimi düşündü. Sonra gözlerimdeki endişeyi gördüğünü fark ettim. Bana verdiği tek akıl annemlerle konuşmak oldu. Bunun bir işe yarayacağını zannetmiyordum. Çünkü belki de çoktan kapandı Sekiz defteri. Boşuna kendime yeni bir ‘mim’ ekletemezdim.

              “Bana bir hoca falan mı okusa ya şöyle en sakallısindan?”
              “haha bunu sen mi diyorsun gözlerim yaşardı.”
              “Annemden daha etkileyici bir çözüm en azından.”
              “Bak şöyle yapalım, bir daha bu gibi bir durum yaşadığın an beni ara. Ya da video kaydet. Gercekten yaşadığın şeylerin ne olduğunu bu şekilde daha iyi analiz edebiliriz. Bana hepsi Zeynebin oyunu gibi geliyor ama neyse.”
              “Neden yapsın bunu? Annesi kaç defa konuştu benimle, hocalara gittiler. Boşu boşuna neden yıpratsin bu kadar?”
              “Ilgi çekmek için. O çok şımarık bir kız Mati. Ayrıca seni de kıskanıyor. Sen seni sevdiğini gösterir zannediyorsun ama öyle değil. Senin üzüntünden mutlu olabilecek biri o.”
              “Hadi birini tuttu oynatıyor diyelim, sueda da iş birlikcisi oldu… Rüyalar, 11.kat, 8??”
              “Yani seni de az çok biliyoruz Mati. Hayaller aleminde yaşıyor gibisin. Belki de kendini birseylere fazla kaptırdın. Ya da dediğin gibi bir okusak duzelirsin. Sen beni dinle ve kafana takmamaya çalış. Herkesin hayatında böyle can sıkıcı dönemler olur. En az hasarla atlatmaya bak.”

              Tam bir abladan beklenildiği gibi son derece mantıklı yaklaşımlardi karşılaştığım. Göremediğin pencereyi sana gösteren, elinden tutan ve sana senin kendine muamele edeceğin gibi davranan bir insandır ablan.
              İşte ben de ablamdan aldığım bu gazla yeniden umursamama bayrağımı göndere çekiyor ve zaten gitmiş olan bu gölgenin akıbetini suyun akışına bırakıyorum…

              xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

              O da beni bırakıyor mu peki? Meçhul…
              Ne olur ne olmaz ablamin sözünü dinliyor ve bir adet Canon IXUS ediniyorum. Buna yakın zamanda ihtiyacım olacak.
              Okulda Zeyneple karşılaşıyoruz ‘Naber, nasılsın’ dan öte gitmeyecek muhabbetlerle sınıflara dağılıyoruz. Ikimiz de pes etmiş gibiyiz. Gözlerimizi kaçırıyoruz. Kimse sormasin ve hiçbir şey olmamış ve olmayacak gibi devam edelim. Olur mu?

              Okul çıkışı.
              Servisle gitmek istemiyorum bugun, yürümek iyi gelecek. Sular vadisi’ne iniyorum yine, oradan gideceğim.

              mutluluğun nirvanasindayim ve söyleyebilirim yeri gelmişken
              Ben sadece huzur istemiştim ama ortaya karışık seni vermişler
              Bakma bana
              O dakika tamam dedim, yeter ki gül
              Senden öncesi bir ters bi düz
              Senle başlar ve senle biter günüm, anlıyorum
              Senle karışmıyorum her an, varsan tamam
              Bu aşk üstüne basmaksa bak, adını yazıyorum yürüdüğüm asfaltlara…

              Eşlik ediyor bana şarkılar. O malum çöp kovasına kadar. Yaklaştıkça kalbimin hızlı atmasına engel olamıyorum. İçine bir kez daha bakma isteği geliyor, tutuyorum kendimi. Geçip gidiyorum önünden. Ama ne oluyorsa hızlıca dönüyor ve bakıyorum içine. Zihnime bazen engel olamıyorum ve beni bilmediğim yollara sürükleyen de hep bu olmadı mı zaten?
              İçi boş görünüyor. Gitmiş işte, daha neyi karıştıriyorsam…
              O an eve gitmekten vazgeçip, rotamı Zeyneplere çeviriyorum.

              “Git dedim, gitti.”
              “Baktığın zaman hayatina zaten cok hızlı bir giriş yapmışti. Ani çıkış yapmasına şaşırmamali bu yüzden. Hızlı başlayan çabuk biter hesabi.”
              “Oyle de, ne bileyim…”
              “Hiç düşündün mü Mathilda? Sence neden posteri, bilekligi aldı? Ve neden parçaladı onları?”
              “Aslına bakarsan bunu düşünecek vaktim hiç olmadı. Rastgele diye düşündüm.”
              “Hayır bence daha onceden de duyduğumuz gibi, her şeyin bir anlamı var.”
              “Oyle bakarsak, muhtemelen benim bağ kurduğum şeyleri aldi ve bunlarla kurduğum bağı istemediğini ifade ediyor parçalayarak. Ben böyle yorumlarım.”
              “Mantıklı. Ama ben, benden bu kadar nefret ettiğini düşünmüyorum.”
              “Ben de bu kadar kötü olduğunu düşünmüyorum…”

              Hava çoktan karardı. Merak edip arayan soran olmasa da eve gitmem gerekiyor. Hem ablam hala evde. Biraz daha konuşabilsek eminim geleceğiz üstesinden.
              Vadi’ye indiğimde Mp3umun pilinin bittiğini fark ediyorum. Cok guzel, müzik yok.
              Kendimi dinlemem için bir fırsat.
              Kendimi ve peşimdeki ayak seslerini.

              xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

              Takip ediliyorum!
              Ya da oyle hissediyorum.
              Defalarca kez kontrol ettim.
              Kimse yok arkamda.
              Ancak birinin her an gelip tutup kolumdan cevirecekmis hissine mani olamıyorum.
              Her önüme çıkan şeyde, aniden gelen her seste irkiliyorum.
              Anlıyorum bu yol sırat köprüsünden geçmeye benzeyecek bana.
              Malum bankların oradan malum çöp kovasına doğru yürüyorum. Bitti bu iş, uzatma!
              Bakmadan geçeceğim yanından. Ama yok, duyduğumu sandığım ayak sesleri hızlanıyor sanki. Ve ben de istemsizce koşmaya başlıyorum.
              Soluk solugayim.
              Koşarken bir yandan çantamdan kamerayı arıyorum, bence tam zamanı.
              Koşarken arkami kayda alacağım, bunu düşünebiliyor olmam harika.
              Belki de ben bakinca saklanıyor çünkü.
              Hızlıca kayıt tuşuna basıyorum koşmami sonlandirmadan. Vadi bitesiye kadar kaydi sürdürüyorum.
              Nihayet ana caddeye ulaştığımda kameramin bataryasi tıpkı benim enerjim gibi tükeniyor.
              Kaldırıma oturup soluklaniyorum. Açılmadığı için izleyemesem de kendimi güvende hissediyorum.
              Yolun devamını daha sakin bir şekilde ancak merakla tamamlıyorum.

              Ablam nerede kaldığımı sorunca afallamamak mümkün değil. “Ne oldu, bayram falan mi?”
              Ters yaptıktan sonra odamda kimsenin beni rahatsiz etmeyecegimden emin oluyorum. Tek başıma izleyeceğim.

              Görüntü çok karışık çünkü koşarken objektifi sabitlemek mümkün değil. Yine de seçiyorum onu! Kalbimin atışını duyuyor musunuz? Başımdan aşağı dökülen kaynar suyu…

              Peşimden hızlıca koşan, 11.kattaki o küt saçlı küçük kız!
              Koşuyor koşuyor.. Asla bana yetişemiyor.
              Bir süre sonra bir şeyi fark edip durakliyor: kamera!
              Sadece duruyor. Kamera açısından çıkana kadar duruyor. Ona ne olduğunu göremiyorum. Oyle karmaşık bir çekim ki, yine de o halini tavrını gormeme mani olamıyor.
              Ani bir refleksle videoyu siliyorum.
              Sonra sildiğime pişman olup bellegini çıkarıp bilgisayara takarak recover ediyorum.
              Boylelikle sildiğim videoya yeniden ulaşsaam da tekrar izlemeye cesaretim yok.
              Ablama göstereceğim.

              “Ahahahah inanamiyorum sana Mathilda! Bu küçük kızdan mi korkup kaçtın! Ahahahhs cocuk da oyun yapıyorsun sanıyor kesin baksana ne kadar mutlu!”
              Gülmekten bayılacak.
              Bilmiyor.
              Bu aşağılık kiz 11.kattan da ayni hareketleri yaparak bakıyordu bana.
              Bunu görmedi, ispat etmem ise mümkün değil.
              Anlıyorum.
              Bu iş bitmedi.
              Ve ben bu yolda tek başımayım.
              Daha enteresan olanı, kendimi bu işin bittiğinde hissettiğim duygulardan, daha iyi hissediyorum.

                MatiG Bomba gibiyim! Kelimenin tam anlamıyla bu!
                Meydan okuyorum.
                Yalnızlığa, çaresizliğe, anlaşılmamaya ve seçilmiş olmaya!
                Toparlanıp her şeyi yazmaya ihtiyacım var. Yazacağım, baştan sona ne olup bittiyse. Neyi atladiysam neyi göremiyorsam göreceğim. Korkmayacagim çünkü korkacak bir şeyim yok. Kaybetmeye değer hiçbir kazancım yok. Yaşamak benim için mükemmel bir detay değil. Ölüm korkutucu gelmiyor, eğer bu işin sonu buysa.

                Pencere, gece, 11.kat, 8, küçük kız, Zeynep, E., rüyalar, aynam, Sueda..
                Her şeyin başladığı yere geri dönüyorum.
                11.katin kapısındayim. Kim taşındı nasil bunca zaman bunu sorgulamadım…
                Kapıyı 60li yaşlarında bir kadın açıyor. Diyecek hiçbir şeyim yok. “Merhaba, binadan komşunuzum, okuldan bir proje için çalışma verdiler. Binadaki komşularımizdan yardımcı olmaları için anket düzenliyorum. Katılmak ister misiniz?”
                Cevabi evet.
                “Gel kızım..”
                “Hayrlı olsun öncelikle yeni sayılır taşınmaniz. Ev sahibi misiniz?”
                “Yok kızım kiracı geldik. Rahmetli eşim bana tek göz oda bile bırakmadı. Benim çocuklar kiraladı burayı. Çok da sevdim ama komşuculuk yok gibi. Sen ilk misafirimsin.”
                “Oyle mi, cok memnun oldum. Anneme söylerim mutlaka ziyarete gelir müsait olduğunuzda… Şey, ev sahibini tanıyor musunuz?”
                “Yok kızım hiç görmedim.”
                "Peki siz geldiğinizde burada eşyalar var mıydı?
                “Eski püsku şeyleri yığmıslar vestiyere. Kaldırdım attım hepsini. Tek başıma temizledim dizdim. Ne gelinim ne kızım yardima gelmediler. Bir de o esyalarla uğraştım.”
                “Ne gibi eşyalar vardı peki? Bir tablo.. Yani tablolar var mıydı?”
                “Sen eski oturan kiracıyı mi soruyorsun kızım?”
                “Ah yok hayır, kendi başınıza ağır şeyler mi kaldırdiniz diye telas ettim. Bilseydim yardıma gelirdim muhakkak.”
                “Aslında ben… Hepsini atamadim, taşıyamadim. Belim çok ağrıyor. Bel fıtığı dedi doktor. Benim ortancayi doğum yaptiktan so..”
                “Görebilir miyim!”
                “??”
                “Yani yardim etmek çok isterim. :)”

                Beyaz kanvas tablo. Üzerinde benim kırmızı defteri mahveden o kömürumsu kalemle yazılmış 8.
                Tül perde.
                3 katli merdiven
                Büyükçe bir koli. İçinde poşette toplanmış sigara izmaritleri. Bir anahtar. Değişik kumaş parçaları. Birkaç kitap. Benim evden alınan eşyaların sarılı olduğu çuvalın aynisindan birkaç parça daha.

                Hepsini kapının önüne taşıyorum.
                “E kızım ödevini yapamadık.”
                “Ben yine gelirim, yaparız teyzecigim. Vaktim kalmadi, 47 daire daha gezeceğim.”
                “Sen bilirsin kızım. Hadi selametle.”

                Binadan çıkarken gözüme üzerinde 11.katin daire numarasının olduğu posta kutusu çarpıyor. İçinde birkaç zarf duruyor. Hızlı bir hamleyle hepsini çantama aktarıyorum. İşte bu süper oldu!

                Yapbozu birleştirme vakti. Birilerine ulaşma ve bir şeyler yapma vakti.
                Zarflari karıştırıyorum hızlıca. Bankalar, faturalar…yolu gözlenmeyecek mektuplar işte. Neden kimse alıp götürmemis ki bunca zaman… Ama artık bir isim var elimde. “ALİ GÜZELYUZ”

                Facebook, linkedin gibi sitelerde birkaç search sonucu hiçbir sey bulamıyorum elbet. Nedense orada oturan eski kiracıları bulmak için bir azim var içimde. Bana bir ipucu vereceğinden eminim. Benim dikkatim boşuna oraya çekilmiş olamaz. Her şey sacmasapan bir varlığın bana tutulmasindan ibaret olamaz. Altında benim aklımın ermeyecegi ancak araştırırsam mutlaka ustesinden geleceğim bir durum olmalı. Ancak ne yazik ki sanal mecralar beni ona ulaştırmaya yetmiyor. Umudumu kestiğim anda gözüm kağıdın altındaki iletişim bilgileri kısmına ilişiyor. Numarayı bulmak bu kadar kolaymış meğerse…

                xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                Artik okulun son zamanları. Gidip gelmek işin motivasyon isteyen zamanlar. Yazılılar bitmiş. Öğretmenler kafasına göre sözlü notu verip duruyor. Belki de okula gelmemiz icin bahane sunuyorlar. Ben seviyorum okula gitmeyi. En ön sıralarda oturan öğretmenlerle ilişkisi iyi olan öğrencilerdenim. Sınıf arkadaşlarımla birbirimizi sevsek de cok yakın değiliz. Sadece Sena. Sağ kolum gibi görünüyor. Akıl hocam da diyebiliriz. Her türlü boku yiyip gelip anlattığımda beni yargılamayan ama asla da onaylamayan biri. Bizimle kaçmaz. Absürt hiçbir olaya dahil olmaz. Sınırları ve çizgileri var. Tam bir hanımefendi. Onu hep takdir ettim. Hatta kendimi onu aşağı çeken bir arkadaşmis gibi gördüm hep. Ama neyse ki o benim çekmemle bile aşağı inmeyecek kadar olgun bir kızdı.
                Ona bu olaylardan asla bahsedemezdim. Onun akıl defterine çok uzak. Beni mutlaka dinlerdi, yol gösterirdi. Ancak ben bir kişiye daha anlatacak güçte görmüyordum kendimi. Hem çoktan toparlamistim. Bir kişinin daha endişeli bakışları veya alay eder gözleriyle karşılaşmaya tahammulum kalmamıştı. Hem Sena ile tüm bunlardan uzak ve mantıklı kalmak bana iyi geliyordu. Ancak okul kapandığında onu da kaybedecektim.

                Birlikte Zeyneplerin koridora gittiğimizde Zeynebi başka bir kızla tartışırken bulduk.
                Ben “Ne oluyor lan!” moduna çoktan bürünmüşken Sena tuttu kolumdan. “Bosver, karışma.” Senanin bu tutuşu bende bir ampulü yaktı diyebilirim. Zeynebin yaptığı da aynen buydu. Bana zihnindeki olumsuzlukları, yaşadığı berbat olayları yükleyip yükleyip “Bosveriyor ve karışmıyordu.” Ablamin Zeynep hakkında söyledikleri ile belki de bu düşünceyi canlandırmis olabilirdim. Negatif yönlü de olsa artık her düşünceye itimat etmek ve zihnimi ayık tutmak zorunda olduğumun farkındaydim.

                Okul çıkışı Zeynep geliyor bu sefer yanıma.
                İçerlemis belli ki.
                “Hayrola, pas geçiyorsun bizi?”
                “Senin halledeceğini düşündüm.”
                “Hallettim zaten.”
                “Neymiş derdi?”
                “Hiç. Hallettim dedim ya.”
                “Ee?”
                “Ne ee? Yok mu bir gelişme Matilda? Bitti mi her şey gerçekten?”
                “Öyle gibi görünüyor. Bitti.”
                “Sevindim.”

                Hayir sevinmedi. Ona farklı bir gozle bakmaya başladığımdan beri sanki yüzünün arkasında gizlediği ifadeyi anlıyor gibiydim. Yine de her zamanki gibi mantıklı olanı yapmak yerine ağzımı asla tutamıyorum.

                “Ali Güzelyüz. Tanıyor musun?”

                Bu soruyu hiç sormamaliydim.
                Bunu hemen belleğine aktardı. Bana sanki tanıyormuş ama çaktirmiyormus izlenimi verdi. Ona kesinlikle güvenmiyordum evet. Bu ablamin eseri miydi? Yoksa E. O bilekliği parçaladiginda aramiza nifak tohumlarını çoktan ekmis miydi.. Hepsi bir kenara, maymun mu gözünü açmıştı, cok sonralarda bunu mutlaka anlayacaktım.

                Şimdi Ali Güzelyüzu arama zamanı.

                xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                “Merhaba X kargo şirketinden arıyorum. Adresinize bir paket mevcut ancak daire sakini taşıdığınizi söyledi, yenilenen adresinizi alabilir miyim?”
                “Tabi.. X sokak, x mahalle x bina.. Çerkezköy/Tekirdağ.”

                Gidecektim.

                Sesi 45-50 yaşlarında birini andırıyordu. Yoldan geçen herangi biri gibi. Hiçbir numarası yok. Kendimi salak gibi hissediyordum. Yaptığım şey bana haz veriyordu. Bir maceranın peşinde koşuyordum. Ancak ya her şey zihnimde canlandırdigiim hayallerden ibarettiyse? Zeynep de zayıf yanımdan faydalanıp benimle adeta kedinin cigerle oynadığı gibi oynadıysa? Saçma sapan şeylerin peşinden gidip insanları rahatsız ediyorsam?
                Ah işte gözlerim kapanıyor. Bunca sorgulamaya bünyem yenik düşmüş olmalı. Bedenim kendi kendini uykuya vererek resmen benim elimden kurtardı.

                İşte gerçek bir rüya.

                Bir sokaktayım.
                Vadi mi burası?
                Hayır oraya çok benzeyen başka bir yer.
                Gittikçe kalabalıklasiyor.
                Gördüğüm her adamı tutup çevirip sorguluyorum.
                “Ali Güzelyuz, sen misin?”
                “Sen?”
                “Ali Güzelyuz?”
                Gittikçe heyecanlanmaya başlıyorum. Deli gibi onu arıyorum. Değil değil değil.
                Hava kararmaya başlıyor. İnsanlar çoğalıyor. Gölgeler çoğalıyor. Soluk soluğayim yine. Tıklım tıklım bir kalabalık beni içine çekiyor. Ve birden o koku duyulmaya başlıyor. O yanık kokusu. İnsanların kaçışmaya başladığını görüyorum. “Bu koku da ne?” Kaçıştikca izdiham oluşuyor. Birbirlerini ezmeye başlıyorlar. Neredeyse bogulacagim. “Sakin olun! Sakın olun! Durun! Yapmayin!”
                Delirmiş gibiler. Nefes alamıyorum.
                Sonra yükseklerde bir yerde onu görüyorum.
                E.
                Oradan seyrediyor beni öylece.
                Çekse kurtarsa kurtarır, belli.
                “Yardım et!” diyorum.
                Bir anlık elini bana doğru uzatıp ampul çevirme hareketi yapıyor ve birden etrafımdaki tüm insanlar kayboluyor. Kan ter içerisindeyim adeta. Gözlerinin tam içine bakiyorum. Ona doğru bir adım atmaya çekiniyorum.
                Soluk alıp verme sesim kendi kulağımı acıtıyor artık. Uyansana! Uyanamıyorum.
                Soluğum kesilir gibi olduğunda bana tek bir şey söylüyor.

                “Gitme.”

                Üzerinde başımı koyup uyuyakaldıgim masamdan irkilerek uyanıyorum. Ter içindeyim. Zihnimi toparlamaya çalışıyorum. Elimi yüzümü yıkamak iyi gelecek.
                Su akıp giderken avuçlarından aynada bana bakan gözlerime, meydan okurcasina “Gideceğim.” diyorum.

                xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                “Senden başka kimseyle gidemem. Lütfen rica et abine. Uyduralim bir sey. Parti var diyelim. Sansi geliyor diyelim. Ne bileyim 1-2 saat. Yapar bir güzellik. Zeynep lütfen. Otobüsler sıkıntı, almaz kimse beni tek başıma.”
                “Tamam bir konuşacağım. Abim bir şeyden şüphelenirse çırani yakar bilmiş ol.”
                “hiçbir şey olmayacak, bana güven.”

                O kadar riskli ki.
                Hiç bilmediğim bir adrese, hic bilmediğim birine, hic bilmediğim bir konu hakkında konuşmaya gidiyorum. Neyi nasıl soracağım kafamda kurgulamiyorum. Henüz Etka Abiye bile doğru dürüst bir yalan uyduramadik. Zeynep Suedayi görmeye demiş. Bu benim daha çok canımı sıktı. Suedanin Tekirdağda olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı. Onunla karşılaşır mıydık bilemiyordum ve bu ihtimal canımı sıkıyordu. Yoğun stres altında geçen bir yolculuk olmustu.

                Binaya vardığımızda abisi bizi aşağıda bekleyeceğini, gideceği bir yeri olmadığını söyledi. Bu bize güven verse de tüm ihtimalleri degerlendirdigimizde oldukça çılgıncaydi.

                Zeynep daireye çıkmayı kabul etmedi. Beni alt katta bekleyecek.
                Ben zili çaldığımda oldukça rahattım.
                Kapıyı bir kadın açtı.
                “Ali Güzelyuz’un evi mi?”
                “Sen kimsin? Eşiyim ben.”
                “Şey ben.. Eski Mahallenizden.. Sizinle konuşmam gereken seyler var.”
                “Ne hakkında?”
                “Sizin dairenizle ilgili. Yani aslında tam dairenizle ilgili de değil… Böyle kapı önünde nasıl anlatacağımı da bilemedim açıkçası?”
                “Gel bakalım içeri.”

                Bu delilik resmen. Ancak girdim bir kere. Muhtemelen hakkımda cok kotu şeyler düşünecek. Eşinin adını biliyorum.. Daireyi soruyorum. Ah olamaz.. Nasıl bir karmaşıkliga sebebiyet vereceğim acaba.. Salona kadar giriyorum. Oldukça modern lacivert koltuklar. Üçlü olanına yerleştikten sonra bir o kadar demode olan ahşap vitrini görüyorum. Kitaplar, birkaç plaket, bir de fincan takımı dizilmiş. En alt rafta ise 3 çerçeve. İlkinde bir adam. Muhtemelen Ali Güzelyuz. Ikincide bir kadın, şuanda yanımdaki ikili koltukta oturmuş şaşkınlık ve merak içerisinde bana bakan kadının portresi. Ve onun yanında…. 11. Kattan pencereme bakan, şarkılar soyleyen, vadide beni takip eden küt saçlı o kız!

                Yerimden fırlıyorum.
                Kadin da paniğe kapılıyor. Ona saldıracagimdan şüpheli.
                Ama ben vitrine doğru koşuyorum. Çerçeveyi kapıyorum.

                “Bu..Bu kızınız mı?”

                Kadının şaşkınlıkla dolu ifadesini burukluk kaplıyor.

                “Neler oluyor, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz? Kızım o benim evet, ne olmuş?”

                “Nerede, burada mı? Ben.. Kızınızı görüyordum. Yani.. Görmüştüm.. Mahallede.. Tanıyorum.. O da beni tanır.. Çağırabilirseniz..”

                “Çağıramam.” Neredeyse ağlayacak.
                “Kızımı tanıyor olamazsın.. Kızım… Benim kızım öldü!”

                “Nasıl olur? Kızınız yaşıyor, ben gördüm onu… Yani nasıl öldü, ne zaman?”

                “Ne saçmalıyorsun sen? Lütfen gider misin…”
                “Gideceğim, tabiki gideceğim. Ben çok üzgünüm. Yani.. Sadece..”
                “Benim küçücük kızım.. Bakmaya doyamadığım kızım intihar etti o evde… Nasil duralım.. Nasıl yaşayalım bir daha orada.. Kaçtık buraya geldik.. Şimdi de sen gelmiş buraya bana onu soruyorsun… Yoksa.. Yoksa bir ilgin mi var, onu intihara sürükleyen hayalet sen misin?”
                “Hayalet?”
                “Sen neden sordun onu? Hem eşimi nerden tanıyorsun?”
                “Ben hiçbir şey bilmiyorum, çok üzgünüm. Ben burda olmamaliydim.”

                Zil çalıyor. İşler içinden çıkılmaz bir hal alacak eğer gelen eşiyse. Zeynepse suan beni kurtarması ona hayat boyu minnettar kalmamı sağlayacak.

                Gelen eşi.
                Zeynep abisiyle arabaya binip beni burada bırakıp gitmiş olmalı.
                Tıpkı rüyamdaki gibi hissediyorum. Sıkıştım. Etrafıma bakınıyorum. Gözlerim onu arıyor. Belki kurtarır? Zihnimi toparlamam gerek. Söyleyebilecegim bir sey mutlaka olmalı. Henüz duyduğum gerçeği hazmedememisken bir yalan uydurabilmek oldukça güç.

                “Misafirimiz mi var Berna? Kim bu hanim kız? Sana ne oldu?”
                “Beren’i tanıdığını söylüyor, bizim mahalledenmiș.”
                “Beren… Kızım.. Ne dedi sana? Neden intihar ettiğini biliyor musun? Arkadaşı miydin? Seni hiç görmedik daha önce…”
                “Şey ben… Arkadaşı degilim. Sadece mahallede birkaç kez gördüm. Öldüğünü bilmiyordum, çok üzgünüm. Şey oldu.. Aslında… Şöyle oldu.. Kızını bana.. Bunu verdi. ” Çantamdan kilerde bulduğum kutunun içindeki anahtarı babasına uzatıyorum.
                “ Neyin anahtarı olduğunu bilmiyorum. Bir gün parkta karşılaştığımizda bana ‘Bunu benim için saklayabilir misin?’ dedi. Teklifini kabul ettim. Nerede oturduğunu sordum 11.kati gösterdi. Bizim de artik taşınmamiz gerekiyor ve ben de anahtarı geri teslim etmek istedim ama sizi yerinizde bulamadim. Sonra adresinizi öğrendim ve buraya getirmek istedim, hepsi bu. ”

                Berbat bir yalandı. Ancak ailesi ikna olmuşa benziyordu. Hatta annesi ile babası kısa süre birbirine bakıp kaldı.
                Annesi hızlı bir atakla içeriye gitti.
                Elinde bir kutu ile geri döndü.
                Üzerinde kilit olan bir kutu ile.
                Onlara uzattığım anahtarı alıp kilide taktığında kilit bugüne dek açılmayı bekliyormuşcasina kendini bıraktı.
                Birbirimize baktık.
                Tüm bu olanlar….
                Bir yanıta mı ulaşacaktım
                Yoksa bu sefer gerçekten pandoranin kutusunu mu açıyorduk..
                Bunu öğrenmeyi hem istiyor hem de asla istemiyordum.
                Bana “gitme” dendiğinde bunun nedeninin beni korumak mı yoksa öğreneceğim gerçekten uzaklaştırmak mı olduğunu işte şimdi anlayacaktım…

                  MatiG Bina kapısını yılgın bir güç ile aralıyorum. Merdivenleri inmek için motivasyona ihtiyacım var gibi görünüyor. Bina sınırlarını zoraki de olsa aştıktan sonra Zeyneplerin arabasını görüyorum. Çok şükür ki beni burada kaderime terk etmemişler. Etka Abi arabanın başında sigarasını tüttürüyor. Beni fark edince hızlı ve kuvvetli bir nefes çekip sigarasını bozulmuş asfalta yapıştırıyor.
                  ‘’Zeynep nerede?’’
                  Hay aksi! Zeynebi unuttum…
                  ‘’Şey geliyor… Ben önden indim. Bakayım bir daha.’’
                  Cevap vermesine fırsat vermeden yaydan çıkmış ok gibi binaya geri giriyorum. Hızlıca çıkıp Zeynebi hala bir alt kattaki merdivenlerde oturmuş kulaklıkla müzik dinler vaziyette buluyorum.
                  ‘’Ne yapıyorsun sen burada hala, gelsene!’’
                  Kolundan tutup çekiştirerek indiriyorum aşağı. Bana ne olduğunu sormaya çalışsa da ona fırsat vermiyorum. Şuan ne duyduklarımı ne bildiklerimi ne de gördüklerimi birine anlatabilecek halim var. Öfke doluyum. Ve böyle olduğumda kimseyi kırmak istemem.
                  Geçirdiğim en berbat yolculuklardan ikincisi. İlki buraya gelirken olandı.
                  Sanki arabanın tekerleri beni eziyor yollar yerine, gittikçe. Zeynep ile abisi bir şeyler konuşuyorlar. Hatta bana dahi soru soruyor olabilirler. Kimin umurunda! Eminim idare ediyordur Zeynep beni. Hem abisi de benden pek hazzetmiyor. Ablam Zeynep hakkında ne düşünüyorsa, abisi de benim hakkımda aynını düşünüyor olmalı. O nedenle benimle muhatap olmadığı için gocunuyor olmamalı. Bir ara zeynebin kulağıma ‘’Ne zaman anlatacaksın ne olduğunu?’’ diye fısıldadığını duyumsuyorum.
                  ‘’Hiçbir zaman!’’
                  Bunu umarım içimden söylemişimdir…

                  Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                  Eve vardığımızda hava kararmaya yüz tutmuştu. Kapıyı annem bir telaşla açıp kulağında tuttuğu telefonla konuştuğu kişiye ‘Hee Mathilda gelmiş’ diye bilgi vererek salona geçti. Babam da dönmüş işten eve. Belli ki akşam yemeğini de yemiş ve kontrol altına almadığı şekeri yükselmiş olmalı ki kıpkırmızı bir suratla derin nefesler alarak televizyon seyretmekte. Ablam kardeşimi oynatıyor, mutlular. Öylece izliyorum onları. Ben bu saate kadar neredeydim… Ben ne yaşıyorum… Şu koltuklardan birinde benim oturuyor olmam veya hiç olmamam bir anlam ifade ediyor mu… Düşüncelerim hızla beynime doluyor, gözlerimi yaşartıyor. Kendimi tutmayı bırakmam gereken an geldiğinde ağzımdan kelimelerin taşmasına engel olamıyorum.
                  ‘’Hey! Bakın ben geldim. Farkında mısınız? Neredeydim bu saate kadar? Arkadaşlarımla mı takılıyordum? Herhangi birinizin beni arayıp ulaşamadığı oldu mu? Başıma bir iş geldi mi, endişelenen oldu mu? Yani ben kalkmış gün içinde şehir değiştirmiş olsam bile ruhunuz duymayacak…’’
                  ‘’Neredeydin?’’ Babam yüzüme bile bakmadan öylesine soruyor.
                  ‘’Cehennemin dibindeydim.’’
                  Telefonla konuşmasından ödün vermeyen annem muhtemelen odama girerken kapımı çarptığımdaki sesten irkilmiş olmalı. Yine de peşimden gelip herhangi bir sorgulamaya tabii tutulmama yeterli olmuyor. Öfkeliyim. Hıncımı alamıyorum. Penceremin kapalı perdesine adi bir küfür ediyorum, onun da canı cehenneme. Defterimi çıkarıyorum, belki oraya yazarım. Yok! Yazacak bir şeyim yok! Ne yazacağım? Sıra bende… İntihar mektubumu mu yazacağım… Evet… Bunu yazmak için belki daha sonrasında vaktim olmayacak. Ancak öyle bir dünyada yaşıyorum ki, kime yazacağım! İntihar mektubunu dahi ithaf edeceğim kimsem yok! Ne acı… Belki diyorum, kardeşim… İleride bilmek ister. Ona karşı kendimi suçlu hissederim bir tek. Diğerleri muhtemelen hayatlarında sanki evde kahvaltılık zeytin bitmiş de tenekesini çöpe atmışlar gibi kaldıkları yerden devam ederler.

                  Kardeşim;
                  Bir küçücük aslancık varmış;
                  Kimse onu hiç sevmez, ağlatırmış.
                  Bir gün penceresinden bakmış da kalmış.
                  Melekler onu tutmuş, bulutlara çıkarmış.
                  Bir küçücük aslancık varmış;
                  Artık yokluğu bile yokmuş ama mutluymuş.

                  Ona en sık söylediğim şarkı, benim intihar mektubum oluyor.
                  Bir de vasiyet, bunu yazmak ne kadar güç, bilemezsiniz. Hele ki hiçbir şeyiniz yoksa!

                  Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                  23.59
                  Bu bir rüya ancak ben uyumuyor olduğumdan eminim.
                  Odam kapkaranlık. Saat 23.59’da ve asla ilerlemiyor zaman.
                  Yatağımdan kalkıyorum. Hareket edebildiğim için şanslıyım.
                  Kapıya yönelsem de kapının benden uzaklaştığını fark ediyorum.
                  Arkamı döndüğümde tek çıkışın belki de pencerem olabileceğini düşünüyorum.
                  Pencereme doğru ilerlerken, sağ duvarımda asılı aynamda siluetim dikkatimi çekiyor.
                  Bu ben değilim!
                  Yaklaştıkça tanıyorum onu.
                  Bu o… Beren. Küt saçları, odanın karanlığından da siyah.
                  Bir dakika, bu, bu ben miyim?
                  Ben çığlık attığımda, aynadaki siluetim olarak görünen Berenin sessiz ifadesini görüyorum.
                  ‘’O ben miyim? Sıradaki ben miyim? Bir şey söyle, ben miyim?’’
                  Annemin odaya girip ışığı açmasıyla, lanet olası rüyam (?) son buluyor.
                  Odanın ortasında beni ayakta dikilirken bulan annem;
                  ‘’Ne yapıyorsun karanlıkta böyle ayakta?’’
                  ‘’Anne, ben çok korkuyorum.’’
                  Ağlamaya başlıyorum. Saçımın okşanmasına, birinin göğsünde uyumaya ihtiyacım var. Bu kişi kesinlikle annem olmalı.
                  Ona rüyalarımı anlatıyorum. Geri kalandan bahsetmeden. Bana yardım etmesi için adeta yalvarıyorum. İşte bundan sonrasında ise, hoca hoca gezme seansları başlamış oluyor.
                  Önce doktor, uyku için kullandığım ilaçların yan etkisi olabileceğini söylüyor. Ben ilaçlar öncesinde başladığını ifade ettiğimde rüyaların, kendimi sakallı bir hocanın odasında buluyorum.
                  Birkaç soru sonrası, önündeki kasenin içindeki suya bakıyor. Birkaç çakıl taşı atıyor içine, fısıldanıyor. Bana son derece komik geliyor. Sonra bana herhangi bir rüyamı anlatmamı istiyor. Ben anlatırken hızlı hızlı bir kağıda bir şeyler yazmaya başlıyor.
                  ‘’Kızınızda musallat veya büyü yok, ağır nazar var sadece. Bunu alın duş alırken bile taksın hiç çıkarmasın üzerinden. 1-2 haftaya geçer.’’
                  ‘’Bu ne?’’
                  ‘’Bu senin koruyucun.’’
                  ‘’Bu kağıt parçası mı beni koruyacak?’’
                  ‘’Hayır, o kağıda yazdığım yazılar seni koruyacak.’’
                  ‘’İyi, umarım cinlerin okuma yazması vardır öyleyse.’’
                  Hocanın asabını bozunca annemden bir çimdik yiyorum. Hoca parasını aldıktan sonra;
                  ‘’Şöyle bir şey duymuştum, cahiliye döneminde puta tapanlar, helvadan yaptıkları putların Allah ile aracılık ettiğini düşünerek, kendilerini koruduğunu iddia ederlermiş. Sonrasında acıkırlarsa o putları yiyorlarmış. Ben de ola ki kağıdım bitti ve acil telefon numarası kayıt etmem gerekiyor, yakamdaki bu kağıdı kullanmam abes olur mu hocam?’’
                  Bu saçma muskayı daha eve gelmeden çoktan kaybetmiş oluyorum. Tanrıyı arayan sorgulayan ben, bu kendini hoca sanan müşrik tacirden daha dindarımdır neredeyse!

                  Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                  Günlerdir arayan ancak benden yanıt alamayan Zeynep, Facebooktan’da beni mesaj yağmuruna tutmuş. Onu merak içinde bıraktım. Kısa bir mesajla onu idare ediyorum;
                  ‘’Kusura bakma, duyduklarımı sindirdikten sonra, seninle de muhakkak paylaşacağım. Görüşürüz!’’
                  Nasıl sindirebilirim. Ölü bir kızı gördüm. Evinin penceresinde, vadide… Üstelik kamera kaydı var. Bundan ailesine bahsetmek bir an için aklımdan geçse de, öyle acılılar ki, bunun onlara hiçbir şey katmayacağı, aksine belki de benimle birlikte uçuruma sürüklenecekleri oldukça açık…
                  Beren, öldüğünde henüz 11 yaşlarındaymış. İntiharın ne demek olduğunu bile bilemeyecek yaşta bir çocuk. Anne babası memur oldukları için küçük yaşlardan beri evde yalnız zaman geçiriyormuş. Her zaman içe kapanık ve sıkılgan bir çocuk gibi görünse de, o malum günden evvel geçirdiği 3 ayda oldukça heyecanlı ve neşeliymiş. Annesi ve babası maalesef bu farkı ancak ki öldükten sonra fark edebilmişler. O malum günde annesi eve geldiğinde kızını odasında yatağında bembeyaz ve soğuk bir ciltle yatar vaziyette bulmuş. Kendi imkanlarıyla hastaneye ulaştırdığında ölümün çoktan gerçekleşmiş olduğu kanaatine varılmış. Sonrasında elbette ki cinayet inceleme, polis, adli tıp devreye girmiş. Beren halihazırda epilepsi hastası olduğu için bunun bir epilepsi krizi sonrası veya esnasında gerçekleştiği tanısı almış adli tıptan. Anne babasının fikrini değiştiren ise, defterlerinin arasında buldukları notlar olmuş. Bir matematik problemi veya Türkçe dersi için bir kompozisyon yazısında, bazı yazıların arasına ‘’çok yakında öleceğim.’’ ‘’beni de yanına al.’’ ‘’ölmek istiyorum.’’ Minvalinde cümleler sıkıştırdığını tespit etmişler. Bunu polise iletmemelerinin sebebi ise, kendilerini kızlarını bu dünyada yapayalnız ve tek başına bırakmış olmalarının verdiği suçluluk hissiymiş. Bunları bana annesi ben kutuyu karıştırırken bir solukta anlattı. Her bir cümle beynime saplanıyordu.
                  Kutudaki kişisel eşyaları, tokaları, defterleri, kalemleri haricinde benim gözüme çarpan 3 adet iskambil kağıdı. Sinek 8. Her biri oldukça eski. Beni elimi iskambil kartlarına attığımda annesi alıyor elimden. Her şeye ilk kendisi dokunmak ve incelemek istiyor. Kızından bir mesaj arıyor belki o da. Halbuki mesaj çok daha farklı bir yerden geliyor olmalı, haberi yok.
                  ‘’Allah allah, kağıt oynamayı biliyor muydu ki, Ah canım kızım!’’
                  Muhtemelen kendi kızı hakkında pek de bir şey bilmiyor, ne acı. Kağıtları geri elime aldığımda, arkasında yazılar fark ediyorum. Her köşeye minikçe yazılmış 12 isim. Bunlardan en sondaki bir köşede Berenin ismi, diğer köşedeki benim!

                  Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                  İçime kapanıyorum. İlaçlarımın dozunu artırıyorum. Rüyalar uğrayamayacak kadar bilincim kapalı uyuyor olmalıyım. Annem benimle daha yakın, belli ki bana acımış. Beren’in annesini görüyorum ona bakınca. Ben ölünce diyorum, acaba benim annem de mesela benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor oluşunun ve bunu merak dahi etmemiş olmanın utancını hissedecek mi içinden. Esasında, ölecekmiş gibi yaşamaya başlamak beni Tanrı’yı daha çok sorgulamaya ve araştırmaya itiyor bu aşamadan sonra. Bir cennet gerçekten varsa, ve geçireceğim sonsuz bir ömür vaad ediliyorsa, tercihimi ondan yana kullanmak muhakkak ki yararıma olacaktır diye ufak hesaplar yapıyorum. Karne günü geliyor, okullar kapanıyor. Bu iyi bir haber. Evde kendimi bol bol araştırmaya ve gerçekten bir şeyler öğrenmeye verebilirim. Zeynep ile de oldukça uzaklaştık. Muhtemelen ona kendini mal gibi hissettirdim. Hiçbir açıklama yapmadan savsakladım, o da her zamanki gibi bulduğu her fırsatta çekinmeden yaptığı gibi sırtını çevirmeyi seçti. Kendi bilir. Şu aralar en yakın arkadaşlarım, kitaplarım. Zaman zaman kitaplarımı alıp site içerisindeki parklarda okumaya gidiyordum. Açık havada inanılmaz keyif veriyordu bana. Her seferinde Ksor’un önünden geçmek can sıkıcı olsa da, kitapları okuduğum an hayal dünyasında yolculuğun başlıyordu.
                  Yine gergin bir hafta sonunda babam evde annemin üzerine yürüyebileceği binbir konudan birini seçtiğinde saçmalığa daha fazla maruz kalmamak adına kitabımı alıp evden çıktım. Güneş batmaya yakındı. Bu saatlerde etraf turuncu oluyordu ve ben saçlarıma vuran bu kızıllığa bayılıyordum. Ancak bu keyifli ve kibirli yürüyüş Ksor’un önüne geldiğimde yerini titreme ve ürkeklige bırakmıştı. Çünkü E. Oradaydı. Orada oturuyor ve yanına gidip oturmam için adeta beni kendine çekiyordu

                    MatiG

                    “Biliyor musun, senden korkmuyorum. Amacın beni korkutmak mı? Benden ne istiyorsun? Şuan yanımda misin? Dışarıdan bakanlar beni kendi kendime konuşuyor gibi mi görüyor? Hepsinin canı cehenneme. Neden benimle uğraşıyorsun? Ölmem mi gerekiyor?”
                    “Sen beni çağırdın. Ben değil. “
                    Gözlerimi öfkeyle yerden kaldırıp gözleriyle buluşturuyorum. Kelimem dudaklarımın arasında donuyor. Bakılacak gibi değil! Siyahtan da siyah, derin, seni içine çeken o büyülü gözler! Bir daha hayatım boyunca bir insanın gözüne bakmaya korkmama sebep olacak o eşsiz bakışlar…
                    Hızlıca kafamı çevirip, kendimi toparlıyorum. Şimdi konuşmazsan, hiç konuşamazsin Mathilda.
                    “Sence seni şuan buraya ben mi çağırdım? Aksine burada, tam geçeceğim saatte ve istikamette oturmuş beni bekleyen sendin.”
                    “Sen beni cagirmamis olabilirsin. Ama unutma ben de seni yanıma çağırmadim. Geçip gidebilirdin. Sen, gelmeyi seçtin.
                    Mathilda.. Hep böyleydi. Sen, sen bana gelmeyi, beni görmeyi seçtin. Artık birbirimizden gidebileceğimizi sanmıyorum.”
                    “Ben delirdim sanırım ya. Hakikaten şuan burada ne oluyor? Ya sen cin misin? Allahim soruya bak… Bu beden sen misin?”
                    “Hayır, ben değilim. Beni dünyada göremezsin Mathilda. Ama en az senin benimle konuşmak istediğin kadar, ben de seninle konuşmak istiyorum. Ve bazı kuralları çiğniyorum. Bunun bedelini elbet odeyecegim. Senin için değer Mathilda.”
                    “Peki rüyamda gördüğüm gibi misin? “
                    “Hayır.”
                    “Buna akıl erdirmem imkansız.”
                    “Neden anlamaya çalışıyorsun? Neden kendini bırakmiyorsun? “
                    “Neye kendimi bırakacağım, ne istiyorsun?”
                    “Yanıma gelmeni istiyorum. Beni gerçekten görebileceğin yere. “
                    Hızla ve titreyerek kalkıyorum ayağa;
                    “BEN ÖLMEK İSTEMİYORUM!”
                    “Otur Mathilda. “
                    “Bırak ya! Beni neden istiyorsun? Bu bir aşk değil olamaz. Bu kötülük. Bana hoca anlatti sen kafir bir cinsin. Tıpkı bu dünyada birbirini sebepsizce katledip bundan haz alan insanlar gibi, senin deyiminle kurallari çiğneyenler gibi, sen de günah işlemenin pesindesin. Şeytan da sizi boyle hazlarla kandırıyor demek ki. Eger başka türlü olsaydi, beren, diğerleri… Diğer rahatsız ettiklerin… Bunlar olmazdı. “
                    “Sen değil misin? “
                    “Ne değil miyim? “
                    “Sen kafir değil misin? “
                    “Hah.. Ben… Ben artık araştırıyorum. Yani.. Sen… Sen ruhanisin. Hem konumuz bu değil.”
                    “Söylediğim gibi, beni sen çağırdın Mathilda. Senin sayende dünyada olduğumu söylemem mümkün. Söylediğin diğer isimle bir bağlantım yok. Yaşadığım mekanı gözetleyen sendin. Ve sonra bana ihtiyacım olanlari veren arkadaşın… “
                    “Sueda! “
                    “Hayır, Zeynep.”

                    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                    Vadiyi ikinci kez bu kadar hızla koşuyorum. Ilkinde takip ediliyordum, şimdi olan biten her şeyin hesabını sormaya gidiyorum.
                    Ağlamama engel olamıyorum. Yaşadıklarıma inanamiyorum. Beni, diyorum. Beni siz bu hale getirdiniz. Hepiniz. Hadi ben konuşmayı bilmiyordum. Hepiniz mi sağırdiniz ulan! Hepiniz mi kördünüz! Bir gün olsun şu dünyada kendim için yaşamadım. Ben babam şeker hastalığını öğrendiğinde “Bir tek çayı şekerle içmeyi seviyordum, o da gitti elimden. “ dediğinde hayatımdan şekeri çıkarttım ya! Bunu yaptığımda küçük bir çocuktum ben. Dişlerimi sıkıyordum kapı arkalarinda, kavgalar bitene değin. Yine de gülümsüyordum ki, anlamasın kardeşim. Dişlerim kırılacak gibi oluyordu da, kardeşimin kalbi kırılmasın bana yeterdi. Ben daha çocuktum ufacıktim annem dayanamıyor diye tuttum elinden, metroya kadar götürdüm, “Hadi Otogara buradan gidiliyor, Adana’ya gidelim, yeni bir düzen kuralim, kurtulalim bu kavga ve stres dolu hayattan, ben sana bakarım. “ dedim. Gelmedi annem. Görmedi beni. Bu çabamı eve döndüğümüzde babamla barışıp, “sen babanla bizim ayrılmamizi mi istiyorsun, sen bizim düşmanimiz mısın? “ diyerek attı çöpe.
                    Arkadaşlarıma tutundum. Ama arkadaş dediğin yaprağı karıncasina satan! Sokaklara tutundum. Gece çöktü üstüne. Rap dinledim, kitaplar okudum. Kimse ne dinledi ne de önemsedi beni. Şimdi… Şimdi ise beni bunca yalnızlık ve savunmasızligin arasinda zihnin bile algılayamayacagi bir bela geldi buldu. Daha da kötüsü, beni bu kuyuya ‘aynam’ dediğim Zeynep attı…

                    “Aşağı gel. Konuşalım.”

                    Parktayiz. Zeynep tedirgin. Halimden anlamış olmalı ne bok yediğini bildiğimi. Bana konuşmam için fırsat vermeden anlatmaya başlıyor.
                    “Ne dedi sana bilmiyorum ama benim için önemliydi. Yaptım evet. Ben senin gibi değilim Mathilda üzgünüm. Bir şekilde kurtulmam bu işin içinden çıkmam gerekiyordu. Bana ne dediyse yaptım. Burada bir suçlu arama. Her şey böyle olması gerekiyormuş. Senin üstesinden gelemeyecegin bir sey degil.”
                    “Neden hiçbir şey söylemedin? “
                    “Bitsin istiyordum artık. Çok sıkıldım bu muhabbetten.”
                    “Bana her şeyi baştan anlatacak mısın?”
                    “Valla kusura bakma Mathilda. Artık bu konu hakkında hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Ama kısaca sana şöyle özetleyeyim, ben senden önce bu durumu biliyordum. Rüyalar görmeye başladığımda hep seni görüyordum. Kabuslarım senin üzerineydi. Ay.. Hatırlamak bile istemiyorum. Sonra rüyalarımın bir anlami olduğunu fark ettim. Bir şeyler istendiğini fark ettim. Çünkü sana ulaşmak istiyordu ama ulaşamıyordu. Bunun icin beni kullanmak istiyordu. Seninle görüşmememi, ben onun istediklerini ona verdikten sonra istedi. Sana ihanet ettiğimi ve güvenilmez biri olduğumu düşünüyormuş. Böyle bir şey yok Mathilda, anlıyorsun değil mi? O ibne benden daha fazla düşünüp önemseyemez seni. Ama anlarsın işte, beni boğuyordu. Hem sana zarar vermiyor ve vermeyecek. Ayrıca bana.. Şey.. Bazi bilgiler vaad etti. Geleceğe dair. Vermedi de alçak. Çünkü son istediğini yapmadım… Yani seninle görüşmemeyi basaramadim. “
                    “Oyle mi.. Başaramadin. Oyleyse onu başar sen ya artık. Görüşmemeyi yani. Boylelikle falında ne çıkıyor sana söyler, senin de başın göğe erer. Hadi eyvallah.“

                    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                    Dediklerinden hiçbir bok anlamadım. Beni satmış işte olan bu. Mathilda degersiz bir çöp her zamanki gibi. E. nin istemeden alanına girmişim ancak bana ulaşamamış. Zeyneple temas kurarak kişisel eşyalarım eline (?) geçince – saç, çamaşır, defterim vb.- bana ulaşacak, yakınıma, odama gelecek kadar yol bulmuş. Buraya kadar idrak etmesi güç olsa da çözdüm. Ancak bundan sonrasında beni ne bekliyor, sonum Beren gibi mi olacak, yoksa Beren ile benim bir alakam yok mu, işte bunlar tam birer muamma.
                    E. Ile konuşmak beni anlamsızca rahatlamışti. Onun yanından Ksor’a çocuklar gelince kalkmak zorunda kaldım. Çocukların onu görebildiğinden emin değildim. Çünkü E. Sorularıma cevap vermemeye başlamışti. Ben giderken orada öylece oturmaya devam etmişti. Ben de kendimi Zeyneplerde bulduktan sonra evin yolunu tutmuştum. Geri dönerken Ksor boştu. Evde beni büyük bir kavga sonrası kaos ortamı bekliyordu.
                    Yine bildiğim, tanıdığım bir hava evin içinde hakim. Nefretin kokusu resmen. Herkes birbirinden nefret ediyor. Şu salondaki eşyalara acıyorum. Şu koltuk; bir gün görmedi üzerinde, iki kol birbirine sarılmış; biri büyük biri küçük. Sevgi ile birbirlerine dolanıyorlar, içten bir çocuk gülüşü babasının gönlünü ısıtıyor boylelikle.
                    Alıştım ama en kötüsü de bu ya. Bu havayı solumaya, bu maun masada çeşit çeşit yiyip doymamaya…
                    Artik bambaşka bir yerdeyim. Şu senelerdir yuzyuze baktığım insanlarla yollarımız ayrılıyor belki de. Bilseler, beni kendi boyutuna sürüklemek isteyen bir varlık tarafından rahatsız edildiğimi, acaba tutarlar mi elimden…

                    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                    Günler tüm hızıyla geçmeye devam ediyor bizi bir an olsun beklemeden. Sene sonu girdiğimiz son SBS nin sonuçları yaz ortası olunca açıklanıyor. Artık yeni bir okula gidecek olmak benim için sevindirici bir haber. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Biraz herkesten uzaklaşmam gerek. Random yaptığım tercihlerle, istanbulun en ucra köşesinde bir Anadolu lisesi kazanıyorum. Ailemin en ufak bir fikri yok bu konu hakkında. Ben de kendimi oldukça araştırmaya ve öğrenmeye vermiş durumdayim. Dünya yansın, umrumda değil. Fizik, biyoloji, evrim, mitoloji, din… Bir çok konuda haddinden fazla kitap okuyor, kendimi adeta bilgi evrenine adıyorum. Görüştüğüm birkaç kişi var, alt komşumuz Esen de onlardan biri. Benden birkaç yaş büyük. Öğrendiğim yeni bilgileri heyecanlı heyecanlı ona anlatıyorum. Onu pek de enterese etmiyor izafiyet teorisi… Başında kavak yellerinin estiği zamanlarda. Kendinden 5 yaş büyük lise terk sevgilisinin sadakatini kazanabilmek için daha fazla bedeninin neresinden taviz verebileceğini hesap ediyor. Ona ne kadar yapmamasi gerektiğini sonunda pişman olacagini söylesem de, bu ona sinek vızıltısi gibi geliyor. Koca bir yazı birbirimizin ilgi alanlarına saldirarak geçiriyoruz. Ve ayrıca başımdaki bu belayla mücadele ederek.

                    Esasinda E.’nin bana yaklaşımları o konuşmadan sonra can sıkıcı boyutta olmuyor. Benzer rüyalardan ileri hiçbir şeyle karşılaşmıyorum diyebilirim. Sanki benim bu içinde bulunduğum araştırma/okuma sürecimden o da keyif alıyor ve destekliyor. Onun istediği de benim yalnız olmam, kimseyle görüşmememdi nihayetinde. Odamda bir başıma kitap okurken bazen ensemde hissediyorum onu. Kokusunu duyuyorum. Bazen ansızın yere düşen eşyalarım oluyor. Ben onu takmadikca, en heyecanlı yerinde kitabimi birakmadikca, sanki ilerletemiyor yapacağı şeyleri. Ben var ya ben, bununla bile baş etmeyi öğreniyorum ya helal olsun bana!

                    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                    Nihayet yeni okul sezonu açılıyor. Okul servisle eve 2 saat mesafede ve 350 tl istiyor. Okul dediğime bakmayın, bomboş bir arazinin ortasında 3 şubeli sınıflardan oluşan küçük bir yapı. Öğretmenlerini Istanbulda Doğu görevi olarak görev yaptığı bir yer. Sınıfa her gelen öğretmen “Bu okulu niye yazdınız” diyerek dalga geçiyor. Neyse ki şanslıyım, Başakşehir’deki farklı okullardan isim aşinaligi olan birkac kişi de aynı gafletle bu okula gelmiş. Şeyda ile serviste çoktan tanıştığımızda, aynı sınıfa düştüğümüzu ogrenince oldukça sevinmiştik. Benim yüzümden başına geleceklerden sonra da aynı sevinçle yanımda oturmaya devam edecek mi, sanmıyorum…

                    Ayni semtte farklı okullarda olsak da Şeydayla birbirimizi ismen tanıyorduk. Yakından bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. İkimiz yanyana okul bahçesinde gezdigimizde neredeyse herkesin bizi izlediğini görebiliyorduk. Büyük sınıflardan erkekler bizimle tanışmak için yanımıza geliyordu. “Bir şeye ihtiyacınız olursa söyleyin, siz yeni liselisiniz, karışan eden olursa buradayiz.” hesabı… Kızlar da ilgi gösteriyorlardi, bizimle arkadaş olmak için. Okulda hangimizin daha güzel olduğuna dair ikilik bile çıkmıştı. Bu kendi halinde küçük okul için Şeyda ve Mathilda adeta bir olay haline gelmişti. Bundan inanılmaz bir zevk alıyorduk. Okulda bu denli populer olmak hoşumuza gidiyordu. Ancak her çabuk populer olanin düştüğü son gibi biz de bir yerden sonra tadını kaçırdık ve herkesle dalga geçmenin bedelini okulda itici tipler haline gelerek ödemiş olduk. Ehe. :)
                    İçine düştüğümüz yalnızlığa, okula git-gel yorgunluğu da eklenince, derslere odaklanamaz hale gelmiştik. Bu aşamada annemin önerisiyle ilçede bulunan bir yurtta yatılı kalmaya başlayacaktık. Yurt servisten daha uygun olmasina ragmen, okul oyle bir konumdaydi ki, yurttan da okula servisle gitmek zorundaydik. Neyse ki yine de ev-okul arasi mesafeyle ucret aynı tutuyordu. Tek kazancımiz zaman olacaktı. Bir de ailemden ayrilmak, bu yabancı olduğum aşina yüzlerden uzaklaşmak bana oldukça iyi gelecekti. – umarım! –

                    Eşyalarımı hazırladım.
                    Defterim, mp3’um, kaçak sigaralarim. Her şeyim tamam.
                    Son kez bakıyorum penceremden.
                    Seni bu odada bırakıyor olmayı diliyorum.
                    Yine de, oriona bakmaktan, farkli pencereden de olsa vazgeçmeyecegim.
                    Belki tam ben dalmışken gökyüzüne doğru, sen de oraya bakiyorsundur. Bu da bir tür buluşmadir bence.
                    Hoşçakal.

                    xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

                    Haraççı.
                    Yeni odam, tam 8 kişilik.
                    Şeyda benden önce gelmiş.
                    Sarılıyoruz, o da benim kadar buruk bir heyecan yaşıyor belli ki.
                    Iki katlı ranzanin altına yerleşmiş, üst benim.
                    Eşyaları dolaba yerleştirdikten sonra, yatağıma çıkıyorum, nevresimlerimi düzenliyorum; yatma vakti. Işık kapaniyor. Ve o an, erken bir veda ettiğimi anlıyorum.
                    Tavana o siyah kalemle çizilmiş küçük bir 8 tüm uykumu kaçırmaya yetiyor.

                      MatiG bu tartışmayı sabitledi.

                      MatiG
                      Hani sevgilimizden/sevdigimizden bir mesaj beklerdik, gelince de sevinirdik ya öyle hissettim konuyu görünce.
                      Bekledigimize değmiş gerçekten. Tek sorun merakimin katlanarak artıyor oluşu🙈

                        MatiG Yine soluksuz okudum be hoş geldin mathilda bir tık ağlattın beni ama olsun sana sarılmayı çok istedim okurken 😌kalan ömründe Allah her daim yüzünü güldürsün inşallah ince ruhlu güçlü kadın 🤗👌🌺

                          Woody Sabrin icin minnettarım.
                          Bahar ayı alerji ayi, malum. Alerjik bebelerimle sureci atlaymaya çalışırken Ramazana yakalandik, anca gelebildim. Cok bekletmeden devam edeceğim, zaten çok da uzun değil kalan kısım. :)

                          MatiG Bu olanlardan sonra sağlam bir psikolojik tedavi gordun mü , veya gorduysen ne kadar faydası olabildi sana çok merak ediyorum … ben burada okurken bile korku içinde kalıyorum , tuvalete nasıl gidicem diye kara kara düşünüyorum . Bunları yaşayan sen , sen nasıl buna katlanabildin nasıl yani aklım ermiyor cidden … Ve sonunu çok merak ediyorum pür dikkat bekliyoruz devamını …

                            MatiG Bir daha hayatım boyunca bir insanın gözüne bakmaya korkmama sebep olacak o eşsiz bakışlar…

                            taricat Neyse ki, mutlu sonlu hikayeleri severiz. :)

                            MatiG çok merak edıyorum , hatta aşırı merak edıyorum … ama okuyamıyorum Buda beni üzdü … eline emegıne sağlık 🌼

                              bitterdelisi24 Eheh teşekkür ederim, ben seninkini okudum, senin de eline sağlık. Ama cesaret edemiyorsan hic baslama derim, çünkü bundan sonra yayınlayacağım part cok daha fazla can sıkıcı olacak. :/

                                MatiG okuyanları sanslı kabul edıyorum ben :) herkes begendıne göre güzeldir zaten .. umarım birgün bende okurum .. böyle dedın daha cok merak ettim ya 🙈🙈😂