MatiG
Hissizim; yavaşladım.
Bir tılsım çevremi sardı, bazen olur öyle.
Ben dönüp dolaşıp nasıl da aynı yere geliyorum ama. O kapının arkasına, dişlerimi sıkışıma. Ağlamaktan ve hatta ağlayamamaktan sıktığım gözlerimin zümrüt yeşiline dönmüş rengine. “Şimdi ağlamazsan hiç ağlamazsın Mathilda. Sevgi yoksa nefret de yok unutma.” Hala oradayım ben. Kapının arkasında yere çökmüş ağlıyorum, dişlerimi sıkıyorum. Fark edilmeyi bekliyorum. Kendime sarılmaktan kollarımın acıdığı o andan kurtulamıyorum. Neye mâl olur dersiniz? Hayatsızlık; yalnızlık, görünmezlik, bu hayalet beden kendime yük… En fazla neye mâl olur? Bir evin içinde altı çift göz, hiçbiri görmüyor beni. Kavgalar ediyorlar, birbirlerinden nefret ediyorlar. Ne hoş! Birbirlerinin varlığının farkındalar. Ama ben, zavallı ben. Kapının arkasında. Dinliyorum sadece, bitmesini bekliyorum. Sıranın bana gelmesini bekliyorum. Sıra bana hiçbir zaman gelmiyor. Ne sorunlarıma ne başarılarıma ne uykusuz gecelerime… Yok oluyorum… Nefes alıyor olmanın bir insanı var etmeyeceğini anlıyorum. Bunu düşünmek beni boğuyor. Neyse ki diyorum şu içine hapsolduğum odamın bir penceresi var, çıkış kapım. Ya atlarım, ya da seyre dalarım. İki seçeneğim var. Önüme sunulan en basit bu iki seçenekten en kötüsünü seçiyorum ya ben. Belki de atlasaydım; bunu çoktan yapmış olmam gerekirdi. Atlasaydım, bu dünyadan bedenimi azad ederek kendime en büyük iyiliği yapacaktım. Üç kuruşluk ruhumun peşine de bir katil takmayacaktım. Biliyor musun ne var? Artık istesem de atamam kendimi. Çünkü artık bir inancım var. Benden varolmamı ve savaşmamı isteyen bir inanç. Başına gelenlerle savaşacaksın ve sonsuzluğu kazanacaksın diyor. Dünya hayatım son derece berbattı, bu savaşı ne yapıp edip kazanıp, mutlu sonsuzluğa kavuşmaktan başka çarem yok.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“Alo?”
“Mathilda, benim. Zeynep.”
“Dur, dur, dur! Kapatma, alo Mathilda orada mısın?”
Konuşmak istemiyorum. Ne diyeceksin? Seni sırtından bıçakladım, yetmedi bıçakları çıkarmana yardım ederken kan kaybından ölmeni sağladım mı? Zeynep, seni gerçekten sevdim. Çünkü beni dinledin. Sana ailemi anlattığımda, benimle ağladın. Ailemle yaşadığım her soruna şahit olduğunda yüreğin benimle beraber hopladı. Ben bunu hissettim Zeynep. O yüzden sana verdiğim tüm sözleri hala tutuyorum ve tutacağım. Ama bana daha fazla zarar vermeni istemiyorum. Neden bana bunu yaptığını bilmek istemiyorum. Gerçek değildiyse göz yaşların ve ben sadece yanıldıysam da bırak bunu bilmeyeyim. Zaten yeterince kaybım var, hatta hiç kazanamadıklarım. Bırak sen hafızamda böyle kalmış ol; gerçek ama yarım.
Sümeyye Ablanın verdiği kitaplar işe yarıyor. Dinginim. Nedense aylardır verdiğim savaşta artık başrol değilmişim gibi hissediyorum. Biri sanki geldi ve kılıcımı aldı elimden, benim yerime savaşıyor. Belki kitaplar değil budur beni sakinleştiren. Bunun ayrımını yapmak için daha zamanım var.
Artık haftasonları eve gitmiyorum, ne gerek var. Yurtta keyfim yerinde. Çok canımız sıkılırsa Konak kafedeyiz. Sömestr yaklaştı, zaten ister istemez döneceğim kürkçü dükkanına. Bir müddet daha kalabalık içinde değil de, kendi içimde yalnız olmaya bırakın devam edeyim. Keşke bir yolu olsaydı; bu yalnızlık döngüsünü kırmanın, Furkan bana öyle yürekten baktığında gidip boynuna sarılmanın.
“İbrahim Hocam, kusura bakmayın bölüyorum ama çok acil servis bekliyor, eğer sınıfınızdan geziye katılmak isteyen üç kişi varsa hemen benimle gelebilir mi?”
“Oo Sevgi Hocam ne gezisi? Hep öğrencilere çalışıyorsunuz ya biz öğretmenlere yok mu gezi?”
“Hocam onu da yaparız ama şuan servis eksik öğrenciler yüzünden kalkmıyor tam sayı istiyor, ücret için önemli, yanında 25 lira olan üç öğrenci varsa hemen alalım.”
El kaldırıyorum. Tam ellilik almıştım yanıma bozuk yok diye, şanslıyım.
“Biz gelebiliriz Şeyda ile.”
“Süper, gelin çocuklar eşyalarınızı alın bir kişi daha bulalım hemen çıkalım. İyi dersler hocam.”
“Anca gezin zaten anca gezin. Hız formulü nedir desem suratıma bakarsınız far görmüş tavşan gibi. Eblekler sizi.”
Bizden ne istiyorsun be İbrahim Hoca.
Servise doğru yürürken hiç fikrini almadan onun adına karar verdiğim Şeydaya “Nereye gidiyoruz acaba?” diye soruyorum. Omuz silkeliyor.
Süper. Servis Gülsümlerin grubu ile dolu. Mehtap, Oğuz, Emre.. Hiçbiri kaçırmamış geziyi. Harika bir gün bizi bekliyor demek oluyor. Bu gerginlikle anca TEDAŞı geziye gideriz biz.
“Hocam, sayıyı tamamlayamadıysanız, ben de geliyorum.”
Furkan… Senin sesini duymak neye benziyor tam şuan biliyor musun? O naif ama erkeksi; sert ama incitmeyecek sesin..
Yola çıkıyoruz. Şimdi tamamız. Mehtabın servis radyosunda çalan şarkılarla sokmaya çalıştığı laflar umrumda değil. İstikamet Beşiktaş’mış. Yıldız Teknik Üniversitesi ve Dolmabahçe Sarayını ziyaret edecekmişiz. Emre okul reisi olarak bilgilendiriyor. Bizim geldiğimizi görünce heyecanlı bir “Oooo” çekmişti, taa ki Gülsümden bir çimdik yiyene kadar. Furkan arkamızda oturuyor hiç konuşmadan. Öyle bir konuşmamak ki bu, sanki söyleyeceği her şeyi dudaklarının arkasında biriktirmiş de dokunsan hepsini tek nefeste söyleyecekmiş gibi bir konuşmak. Biliyor musun Furkan, bu benim gibi birinden kaçmaz, ben Mathildayım. Senin konuşmana gerek kalmadan söyletirim sakladığın tüm cümlelerini, hem de o dudakları öperek!
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Yaptım.
Herkes kampüsün içinde öğretmeni takip ederek ilerlerken, onu bir hamlede çektim bankların oraya.
Napıyorsun, demeye fırsat bırakmadım. Nereye diye sordurmadım. Daha fazla acı çektirmeye göz yumamazdım. Bizi gören olmazdı. Zaten rahat bırakılmış hissediyordum. Fırsat bu fırsattı. Bu kadarına hakkım vardı. Ve hakkımı aldım.
Furkan gülümsedi. Saçlarımı okşadı. Teşekkür edecek gibi oldu ama bunun iyi bir fikir olmayacağını bildiği için kendini tuttu.
“Gidelim mi?”
Ekibimizin peşinden devam ettik. Bunun hakkında konuşmadık. Minik masum bir öpücüğün saniyeler içerisinde kıvılcımlanan bir alevi nasıl harladığını anlatmadık. Sadece yolumuza baktık. Furkan tehtit edildiğinde, o rüyaları gördüğünde bence az çok ne olduğunu anlamıştı. Benden vazgeçmemişti ama tıpkı benim ona zarar gelmesini istemediğim gibi o da bana zarar geleceğini hissedip bizi korumaya almıştı.
Üniversiteyi gezerken bir amfiye girdik, ders başlamak üzereydi. Gemi Hidrostatiği ve Stablitesi. Hiç ilgim olmayan bir alan, gemi mühendisliği. Denizleri sadece şiirlere konu olduğunda severim. Dersin hocası olduğunu anladığımız kişi içeri giriş yapıyor. Şeyda ile hararetli bir şekilde gemiler hakkında konuşmaya devam ederken kafamı ikinci kez hocaya çeviriyorum. Çünkü onu tanıdım.
“Merhaba Arkadaşlar, ben Ahmet Çepni. Selami Hocanızın asistanıyım. Bugün kendisi rahatsız olduğu için birlikteyiz. Slaytları birlikte işleyeceğiz…”
Gözlerimiz buluşuyor. Hafiften göz kırptığını fark ediyorum. O da beni tanımış olabilir mi? Ya da takip etmiş?!
Aklımı şaşırıyor olmalıyım. Artık sadece maddesel dünyada yaşamayı bıraktım sanırım. Yoksa her bakışa ayrı senaryo yazmamın başka bir açıklaması olamaz. Hoş, o gün Galatada, Konak kafeden çıkarken gördüğüm o tılsımlı ela gözlerin sahibini yeniden karşımda görmek, benim için de sürpriz oldu.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ben tesadüf denen şeye inanmıyorum. “Her şeyin bizim için” olması daha olası. Ne bu devirde dünyaya gelmem, ne bu aileden olmam, ne de bu ela gözleri ikinci kez karşımda bulmam, tesadüf denip geçilecek kadar anlamsız olamaz. Ama yoruldum, anlıyor musun? Benim için çizilmiş bu çizginin peşinde koşmaktan ve koşarken kaybolmaktan çok yoruldum. Çünkü ayaklarım yere basmıyor koşarken; dünya soyutlaşıyor. Olimpiyat koşucusu olsam daha iyidir anlayacağın. En azından nereye bastığımı, nerde biteceğini bilirim.
Bu yüzden bazen en tılsımlı cümlelerden daha yüksek doz enerjiye sahip o cümleyi kurup günümü bitiriyorum: Boş ver!
1 yeni mesaj.
Furkan gece uyuyamamış belli. Aldığı öpücük onu sarsmış olmalı, haklı.
“İlk ve sondu Furkan, bunu hak ettik.”
Kabus görmeyeceğimden emin olduğum bu gece, izin ver bir an önce uyuyayım.
Ertesi sabah uyandığımda gerçekten huzurluyum. Güzel bir uyku çektim. E.'yi hiç görmedim. Çevremdeki kimseden de bir şikayet almadım. 🥲 Fethi sonunda gelip çıkma teklifi edebildi. Cesaretin için teşekkürler Fethi. Sınavlar bu hafta sona eriyor. Bu haftayı sağ salim atlatırsak, haftasonu bana ev yolu görünüyor.
Cuma günü son sınava da girdikten sonra Şeydanın babası almaya geliyor yurttan bizi. Şeyda babasına iğrenerek bakıyor. Bana ailesinden hiç bahsetmedi. Gayet kibar, sessiz insanlar dışarıdan bakınca. Babasına bir telefon geliyor, açmıyor. Defalarca aranınca açmak zorunda kalıyor. “Kızımlayım, sonra arayacağım.” Şeydanın o tiksinme ifadesini tekrar görüyorum. Bunun hakkında mutlaka konuşmalıyız. Tabi benim ailemden fırsat kalırsa.
Evin sokağına girdiğimizde binanın önünde bir ambulans ve bir polis arabası karşılıyor bizi. Neler olmuş? Biraz daha geride bırakmak zorunda kalıyorlar beni ve geri dönerek sokaktan ayrılıyorlar. Ben eve doğru yaklaştıkça kalbimin hızla atmasına mani olamıyorum. Ne vardı şu araçların bizim ev için gelebileceğine ihtimal dahi verdirmeyen bir ailem olsaydı!
İşte babam, iki polis iki kolunda, merdivenlerden ağır ağır iniyorlar. Ve polis aracına biniyorlar.
Koşuyorum, yetişemiyorum.
“Ne oldu? Ne oldu? Annem nerede?”
Yedi katı tek adımda çıkıyorum. Annem yok, kapıyı açan yok. Çapraz komşu sesleniyor, annen ambulansla gitti.
Üst kattan bana seslenildiğini duyuyorum,
“Mathilda, sen misin?”
Ablam! Kardeşim kucağında üst kattaki merdivenlere oturmuş duruyor.
Eve giriyoruz.
Annem uzun zamandır babamı sakinleştirmek için yemeğine gizlice ilaç atıyordu. Hayır, şeker ilacı değil. Bildiğimiz antidepresan. Evet onu zehirlediğini düşünebiliriz teorik olarak. Bunun için ona kızgınım. Ancak sofraya o gelmeden oturduk diye annemin üzerine yürüyen, ablamla gece kar oynamaya çıktık diye henüz 13 yaşımdayken bizden bekaret testi isteyen babama daha çok kızgınım. Bir avukata başvurup boşanmak yerine psikiyatriste gidip babamı tedavi ettirmeye çalışan anneme kızgınım evet. Ama psikiyatristin koyduğu tanı ve tedaviyi reddedip bizi bu cehenneme sürükleyen babama daha çok kızgınım. Annem mecburdu. Annem hep mecburdu. Hep mazlumdu, hep mağdurdu. Bir kez olsun ben güçlüyüm, size sahip çıkacak kadar, sizi koruyacak kadar güçlüyüm demedi. Bizimle bir bağ kurmak yerine, acıları ile bağ kurdu. Zamanla acı çekmekten zevk alan birine dönüştü, farkında değil. Acı çekmediğinde, mağdur olmadığında kendini suçlu hisseder oldu. Ve bu da kendime “kurtarıcı” rolü üstlenmeme neden oldu. Kurtarılmayı bekleyen bir kurtarıcı. Hissizleştirdi. Kim olduğumu unutturdu. Sıfatlarımı anlamsızlaştırdı. Doya doya evlat olamadım. Babasının ne kadar kötü, annesinin ne kadar mağdur olduğunu dinleyen bir seyirciydim yalnızca. Şimdi yine bunu dinliyordum. Annemin akşam yemeğinde babamın kasesine ilacı koyarken nasıl yakalandığını, babamın öfkeden nasıl gözünün döndüğünü ve polislik olduklarını dinliyordum.
Esen de geldi alt kattan. O çağırmış polisleri. Annem iyiymiş, babam vurmamış bile. Sadece panik atak geçirmiş.
Geceye doğru babam geliyor eve. Annemi dayımlara bırakmışlar. Ablam kardeşimi alıp annemin yanına geçiyor. Ben babamla kalıyorum. O akşam yemeğinde annemin vermeyi beceremediği dozu, ben bir ayran ile hallediyorum. Çünkü en çok şuan ihtiyacı var sakinleşmeye.
Yarım saat de ondan dinliyorum, annemin ne kadar durdurulamaz bir kadın olduğunu.
Nihayet odama çekilebiliyorum.
Kapımı kapatıyorum.
Kapımın arkasında yere çömelip kalıyorum.
Hayır ağlamayacağım. Zaten bunu pek yapmıyorum.
Ayın hüzmesi odamın içine doluyor, penceremden.
Gidip perdemi aralıyorum.
11.Kata bir selam çakıyorum. Buradayım, gel al canımı.
Gökyüzü ile buluşturuyorum gözlerimi. Şimdi biraz daha iyiyim. Beni kim teselli edecek, beni kim dinleyecek, ben kime anlatacağım şimdi?
O genzimi yakan yanık kokusunu içime çektiğimde kendimi tebessümü etmekten alıkoyamıyorum.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Odamda.
Ben pencereden dışarı bakıyorum, odama arkam dönük.
Onu rüya(?) harici veya bir insan bedeni dışında hiç görmedim. Bu konuda istekli de değilim.
Sadece burada olduğunu biliyorum, belki dönsem görürüm.
“Çok berbat durumdayım değil mi? Acınası. Tam yemim. İyi denk geldin benimle.”
Sessizlik.
“Biliyor musun atlatacağım. Bugünleri yani. Yerimde başkası olsa kim bilir ne yapar, baksana ben iyiyim.”
Sessizlik.
“Atlatacağım değil mi? Geçecek. Sen bana zarar vermeyeceksin bence. Ailem kadar en azından. Bence sen de üzülüyorsun benim için. Taş olsa çatlar. Ama sen de kötülerden olduğun için kendini böyle ifade ediyorsun belki ne bileyim. Yanımda olmaya çalışmana minnettarım biliyor musun? Haha. Şaka değil. Bu halde bile gülebiliyorum saçmalığa bak. Neyse.”
Arkamı dönüyorum.
Kimse yok.
Muhtemelen göremiyorum onu.
Neyse, bir uyumaya bakar buluşmamız.
Şimdi uyu uyuyabilirsen.
Şaka gibi ama beni teselli etmeye çalışıyor, farkındayım. Binbir sıkıntı ile geliyor rüyama. Gözyaşı, ter, hareket edememe ama sarılmaya çalışıyor?
İşte benim hayatımın özeti.
Ancak eskisine göre bir fark var. Sanki gücünü kaybetmiş gibi. Sanki o da korkuyor gibi. Cesurca üzerime gelemiyor gibi. Hatta insan bedenlerini kullanamıyor gibi. Çünkü önümüzdeki günlerde bir daha onu hiçbir bedende göremeyecektim. Ne hurdalıkta beni izlerken, ne KSOR’da, ne de herangi bir yakınımın bedeninde. Sadece birkaç çabuk uyanılan rüya. Her şey hep ters gidecek değil ya. Demek ki benim lehime de dönmeye başladı çarklar. Bana da bir yardım eden oldu. Hiç merak etmiyorum. Ne yaparsanız yapın.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Sınavlar bitiyor. Sömestr geliyor. Karnem pek iç açıcı değil. Fizik 1, Matematik 3, Geometri 2, Biyoloji 5, Edebiyat 5… Ancak bunlarla ilgilenen kimse var mı, sanmıyorum. Ben kendi kendime biriktiriyorum yine de karnelerimi. İki hafta için eşyalarımı toplamadım, yurtta okula veda partisi yaptıktan sonra evlere dağıldık. Evdeki durumlar düzeldi sayılır. Annem dayımla birlikte döndü eve. Babamı ilacı içmesi konusunda ikna ettiler. Demek ki bir yolu varmış ama bizde her şey önce çatışmaya dönmeli, 2 ölü 5 yaralı vermeliyiz başka türlü içimiz rahat etmez. Şu iki haftalık tatil sürecinde tek isteğim evde nohut yemeği görmemek. Gerisini bir şekilde yoluna koyarız.
Okulun kapanması Şeyda ile görüşmemize engel değil. Şeyda ile aynı ilçede oturuyoruz. Aylin Şişlide. Onu da alıp geçiyoruz Konak Kafe’ye.
“Ne var ne yok?”
“Sorma şu ot işi başıma bela oldu. Çocuk şantaj yapıyor. Ailene söylerim, para ver, fotoğraf gönder.”
“Almadın değil mi bir daha?”
“Yok be oğlum bir sizden önce aldığım, bir sizinle. Zaten bir boka benzemiyor daha bulaşmadım. Ama bu tutturdu yine alacaksın.”
“Başka müşteri bul ona senin peşini bırakır.”
“Bak bu iyi fikir.”
Şeyda durgun.
“Sessizsin.”
“Hı?”
Bir şeyler atıştırıyoruz. Aylin lavaboya gidiyor. O sıra konuşturuyorum Şeydayı.
“Babamı yakaladım Mathilda. Annemi aldatıyor.”
Tesellisini bilmediğim bir olay. Dalgaya vurulacak da hiçbir yanı yok.
“Annenin haberi var mı?”
“Hayır.”
İşte buna bir tane yakılır.
Aşağı iniyorum, kapının önüne.
Sigarayı söndürüyorum. Tam asfalta yapıştıracakken bir el havada kapıyor. Ahmet Çepni.
“Çevremizi kirletmiyoruz, değil mi?”
Kızarıyorum. Yine de soruyorum,
“Sizinle sürekli karşılaşıyoruz, neden acaba?”
“Öyle mi? Eğer buraya sık geliyorsanız normaldir. Yukarıdaki pasajda sahafım.”
“Sahaf? Gemi mühendisiydiniz son gördüğümde.”
“Aynı anda birden çok yerde olmak, birden çok kişi olmak, olmayan biri ile konuşmak, sana çok uzak terimler olmasagerek Mathilda?”
“Kimsin sen?”
“Beklediğin kurtarıcın.”
Haylaz gülümsemesine bir tane çakmak istiyorum.
“Oyun mu oynuyorsunuz lan benimle? Kafayı mı yedirtçeksiniz siz bana?”
Eliyle ağzımı kapatıp koluma giriyor, yürüyoruz.
“Şş, ş, sakin ol. Anlatacağım.”
Şeydayı mal gibi bıraktım, pasajdayız. Aylin çoktan nargileyi söylemiştir, onunla oyalanırlar belki. Sahafa giriyoruz. Bir ton tozlu kitap, başka bir numarası yok.
“Otur Mathilda.”
“Kimsin, ne istiyorsun?”
“Ben sekizinci boyuttan geliyorum. Senin için Mathilda.”
“Bu saçmalıkları dinlemek için fazla zamanım yok, arkadaşlarım bekliyor.”
“Peki öyleyse, soracak sorun da yoksa, yapman gerekeni söyleyeyim. Odanda senin adına düzenlenmiş E. için bir metafizik menfez var. Bunu ortadan kaldırmalısın. İkinci olarak yoğun bir enerjiye sahipsin. Bundan kurtulmalısın. Ama bunu daha sonra yapacağız. İlk olarak menfezi bul ve yok et.”
“Neden? Nereden öğrendin, neden yardım ediyorsun?”
“Sadece sizin adalet sağlayıcılarınız, polisleriniz, hakimleriniz yok Mathilda. Biz de bize ait olan ama sınırları ihlal edenleri gözetliyoruz. Gerektiğinde müdahale ediyoruz. Dilersen daha geniş bir zamanda görüşüp konuşabiliriz. Beni burada bulabilirsin.”
Kafeye döndüğümde nargile içerken buluyorum onları.
“Ne oldu Mathilda buz kesmişsin yine. ”
Şeydaya bakıyorum, Ayline anlatmamış.
“Kalkalım mı?”
Her yere bakıyorum. Yok, yok, yok. Tam olarak ne aradığımı bilsem belki daha kolay bulurdum. Bir menfez? Muhtemelen E. nin bu kadar rahat çevremi kuşatması, boyutlar arası geçiş yapabilmesi için bir araç. Bu ne olabilir? Ah keşke o müşrik sakallı hocaya gittiğimde bunu sorsaydım. Çakıl taşı sallamaya benzemiyormuş bu işler hoca. Çözebiliyorsan gel bunu çöz.
Taşlar oturuyor kafamda yine de. Karşı binamızda savunmasız epilepsi hastası küçük bir kız vardı. O bir şekilde boyutlar arası etkileşim kurdu. Kız yenik düştü ve bir şekilde canından oldu. Bunlar olduktan sonra ben de bu manyetik alanla ilgilenir oldum. Ahmet’in söylediği içimde var olan enerji bu manyetizmayı çekti. Ve belki de yeni bir koridor açıldı. Ancak yeterince güçlü değildi. Bana ulaşmak için başka şeylere ihtiyaç vardı. Kişisel şeyler. Bunları da sağ olsun can dostum Zeynep bir çırpıda kaptırdı. Ve böylelikle E. bizim boyutumuzda yer edindi. Yerini sağlamlaştırmak, giriş çıkışları kolaylaştırmak için bir menfeze ihtiyacı vardı ki, bu da muhtemelen odamın bir köşesinde. Ama nerede? Ve daha da önemlisi bunu oraya kim koydu?
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Yılbaşı.
Uzun zamandır görüşmediğim eski okuldan arkadaşım Esila ile birlikteyiz. Bizde geçireceğiz yılbaşını. Şeyda’da işler karışık. Annesine durumu anlattı. Hayatında gördüğü ilk büyük aile kavgası belki. Onda da patladılar. Boşanma davaları açılacak, mallar paylaşılacak, çocuklar bölünecek ve hayat kaldığı yerden devam edecek. Bu kadar basit işte. Anneme de anlattım, ne cesur kadınmış dedi ve babama çay koymaya gitti. Eline sağlık anne.
Menfezi bulamadım. Henüz farklı bir atraksiyon yaşamadığım için de arama kurtarma çalışmalarını hızlandırmadım.
Geri sayıma on beş dakika kalıyor artık. Ablam bizi ayartıyor dışarı çıkalım diye ama babadan izni kopartamıyoruz.
“İyi seneler:)”
Furkan şansını deniyor bir mesajla.
Kapı çalıyor.
Gelen, Zeynep.
“Ne işin var burada?”
“Sana konuşmamız gerek demiştim Mathilda.” Sarhoş mu bu? İçki içmek için henüz küçük değil miyiz. Kapıda olay çıkmasın, pederi kıllandırmayalım diye içeri almak zorunda kalıyorum. Yanında bir arkadaşı daha var, Sima. Sevmiyoruz birbirimizi. Eski sevgilimin yeni sevgilisi. Zeynebin bu kızla bu vaziyette evime geldiğine inanmıyorum. Boynunda çam ağacı süsü var. Kendi aralarında, o son kutuyu içmeyecektik tarzı konuşuyorlar. Anlam veremiyoruz. Esila da ortak arkadaşımız, o da geriliyor, aramızın iyi olmadığını bildiği için.
“Biz helallik almaya geldik yeaa, sana çok ayıp ettik de mati.”
Annem geliyor odaya kapıyı tıklatıp.
“Mathilda beş dakika içinde bu kızlar evi terk etmezse baban büyük olay çıkaracağını söylüyor.” Diyor. Rezalet ama neden?
“Tamam, arkadaşlar gidecek zaten.” diyorum.
“Gidiciz yaa olay çıkmasına gerek yok a*** k***”
“Özür dilerim Mati, gerçekten hakkını helal et.”
“Helal edecek bir şey yok ben unuttum her şeyi, artık Allahla senin aranda mesele.”
“Allahla mı? Vayyyy” Gülüşüyorlar.
“Buldun mu yoksa?”
“Neyi?”
“Kağıdı.”
“Hangi kağıt?”
Babam bağırıyor. “Mathilda son 2 dakika.”
Zeynebi komodinime doğru bakarken yakalıyorum. Sima, hadi kalkalım çabuk diyor. Ve apar topar gidiyorlar.
Bu bizim uzun zaman için son görüşmemiz oluyor.
Babam yanına çağırıyor. Esila ağlıyor. Hayatındaki en büyük gerginlik anını yaşıyor muhtemelen. Benim için sıradan bir gece yarısı.
“Bunlar senin oğlanını elinden alan kızlar değil mi, ne işleri var burada, aptala mısın kızım sen? Bir daha görüştüğünü görürsem boğarım seni.”
Babamın bunlardan nereden haberi olduğunu anlayamasam da ona geri bağırıyorum, sanane, öyle bir şey yok, görüşmüyorum zaten gibi cümlelerle. Esila kolumu sıkıyor ben babama bağırdıkça. Bunun bizim normal konuşmamız olduğundan haberi yok, işlerin büyüyeceğinden tedirgin.
Ailesini arıyor ve abisi almaya geliyor onu. Herkes yerine yattığında acilen bakmam gereken yer karşımda duruyor: komodinim.