Bakmamaya çalışıyorum, uyumak için çabalıyorum. Onunla baş etmeyi öğrenmiştin Mathilda. Ona ehemmiyet vermemeyi, sana yaklaşmasina musaade etmemeyi öğrenmiştin. Buraya gelmesine izin verme, daha fazla seninle oynamasına müsaade etme. Daldığım her uykudan sıçrayarak uyanıyorum. Hayır, boyle olmayacak, en iyisi Şeydanin yanına inip birlikte uyumak.
Sabah namazına uyandirmak için gelen belletmen bizi yanyana uyuyor görünce çığlığı basıyor. Bunun ne zamandan beri ahlaksız bir eylem sayıldığı ile ilgili hiçbir fikrim yok. Kendimizi müdire hanımın odasında bulduğumuzda daha ilk günden ailelerimiz aranıyor. Neyse ki annem rüyalarımı ve gece korkularımı bildiği için durumu güzellikle izah ediyor. Telefonu kapattiktan sonra müdire bana ilaçlarımı kullanıp kullanmadığımı soruyor, annem bu bilgiyi aktarmasa olmazdi sanki. Şeyda şaşırıyor. Odadan çıktığımızda mide ilaçlarımı kastettigini söylüyorum. Şeyda pek de umursamıyor gibi görünüyor. Zaten kendisi hayret ettiğim şekilde benden de umursamaz biri. Sevgilisiyle mesajlaşırken sıkılıp sınıftaki sevgilisi olmayan diğer kızlara mesajlastiriyor. Dünya üzerinde herangi bir şeyi dert ettiğini hiç görmedim. Bir şeyi söylemekten çekindiğini veya herangi bir konuda bir fikir belirttiğini de oyle. Benim hiç susmayan, her konu hakkında derinleme analizler kasan tavrım onun ilgisini çekse de içten içe ‘bitse de gitsek’ modunda olduğunu farkedebiliyorum. Onunla iyi bir ikili olduk ve sanırım onun umursamazlığı, benim havailigim başımıza oldukça fazla çorap örecek!
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Tıpkı okulda olduğu gibi, yurt ortamımizda da oldukça dikkat çekiyoruz. Genelde imam hatipli öğrencilerden oluşan yurtta, tarz olarak epey farklıyız. Bizden ifrit olanlar olduğu gibi arkadaş olmaya çalışanların sayısı da oldukça fazla. Biz ise hepsiyle kafa buluyoruz. Karşımızdaki insanların duyguları umrumuzda değil. Kaş göz işaretleri, sadece ikimizin anlayacağı kinayeli espriler… Ağzımızı açsak gülüyorlar, sıkıntı yok. Biz de bunun keyfini sürüyoruz. Yan odamızda Aybuke var. Tam bizim kafa ancak bizden çekiniyor. Onu da alıyoruz aramıza. Okullarımız farklı olsa da ayni güzergahta. Servisi kasıtlı kaçırıp ayni minibusle gidiyoruz zaman zaman. Tam birer liseliyiz ve bu bana çok iyi geliyor. Gördüğüm işaretler, yaşadığım sıkıntılar, hepsini geride bırakıyorum. Özgürüm, tamamen özgür. İki haftada bir eve geçtiğimde saatleri sayıyorum yurda dönmek için. Ev gerçek bir cehennem. Beni yutan bir alev topu. Hele o oda, pencere…
Yurda heyecanla geri döndüğümüzde evden aldığımız harçlıklari birleştiriyoruz Şeyda ile. Hepsini nargileye yatırıyoruz diyebilirim. Şeyda hiç sevmiyor tütün işlerini. Aybukeyi bıraksan nargile şişesinin içinde uyur. Bense seviyorum her zamanki gibi bana zarar veren şeyleri. Boyle olmamın altında mutlaka psikolojik bir travma vardır. Mesela ailemin bana duygusal anlamda zarar verdiği halde yine de onların kollarında sevgiyi aramam gibi…
Derslerde de oldukça başarılıyim. Fizik en sevdiğim ders özellikle. Sınavlar harici de ilgi alanım ve bunun hakkında çalışmayı seviyorum. Ilk sınav haftamızda hayatımda ilk defa 25 notunu görüyorum. Sebebi hocamızın kopya çektiğimi düşünüp cevaplarımı iptal etmesi. İbrahim hocanın dersinden bugune dek 50 üstü puan alan olmamış. Sorularinin hepsini cevaplandirmis olmam zoruna gitmiş olmalı. Sene sonunda onun dersinden yapacağım proje ödevini de başkasına yaptırdığımı iddia edecek ve proje notumu da girmeyecek, boylelikle beni fizik dersinden nefret eden bir öğrenci haline getirecekti. Zaten hocaların çoğu da kıldı bize. Okuldaki populeritemizden hoşlanmamislardi. Bizi potansiyel anarşist öğrenci olarak görüyorlardı. Halbuki kendi dalgamızdaydik ve kimseyle işimiz yoktu. Ama diğerlerinin bizimle işi olduğu, iletişim kurmak istedikleri açıktı.
“Naber kızlar? Ben okulun temsilcisi Emrullah. Var mıdır istek, öneri, görüş? “
“Șu bahçede keçiler otlamasa iyi olur tabi.”
“Güllücan ile aynı yurttaymissiniz, doğru mu? Ben onun kankisiyim.”
“Ah evet, aynı servisteyiz ama pek sevmiyor sanırım bizi, hic selamlasmadik bile.”
“Aa olur mu öyle şey, hemen söyleyeyim sizinle arkadaş olsun, olalım yani. Hatta bir buluşma düzenleyelim. Kaynaşma olsun. Ne dersiniz?”
Şeydayla gülerek birbirimize baktık.
“Neden olmasın…”
Bize de malzeme olurdu, sınav haftası son derece sıkıcı geçmişti zaten. Yalnız Güllücan bu durumdan pek de memnun olmayacaktı. Onlar 11. Sınıf dil bölümünde idiler. Surekli İngilizce konuşmaya çalışıyordu. Ailesi hataydan Arnavutkoye onu okumaya göndermişti, bizim gibi boş insanlarla pek de işi yoktu.
Bir sonraki teneffüs Emrullah ile Güllücan ve iki kişi daha yanımıza geldiler.
“Merhaba, ben Oğuz.”
“Ben de Mehtap.”
“Beni tanıyorsunuz zaten, her sabah namazında belletmenlerle kavga eden kız.”
“Ah o Naciye Ablayi ağlatan sen miydin ya?”
“Ne yapayım kırk kere uyardım ben kılmıyorum beni kaldırma diye, inadıma sanki geliyor başımda miy miy miy, Güllücancim hadi canim şeytana uyma canım bilmem ne. Sanane abi sanane.”
“Neyse konumuz dağılmasın. Kızlar yer zaman belirleyelim, buluşmayı yapalım.” diye muhabbeti yarıda kesti Emrullah.
“6 kişi ile okul kaynaşması da ilk kez görüyorum.” Dedi Şeyda. Haklıydi, ben de farkındaydim. Ama olsun. Amaç sadece değişiklik ve eğlence değil mi ne de olsa…
Haftasonu için Bakırköyde buluşmak uzere sözleştik. Biz yurttan Aybukeyi de alıp geçecektik ve orada bir kafede buluşacaktik.
Haftasonuna kadar uzun süredir görmediğim kabus ve iç sıkıntılari çevremi yeniden sarmışti. Yeniden yatağımda yatamaz hale gelmiştim. Tavandaki sekizi karalayali epey olmuştu. Ancak yine de Şeydanin yanında yatmaya devam ediyordum. İç sıkıntılarim arttığında uyuyamadığım geceler sabah namazı tesbihatina katılıyordum. Bunun bana iyi geldiğinin farkındaydim. Sanki çevremde manevi bir zırh oluşuyordu. Ve o kötü duman bana yaklaşamiyordu.
Şeyda bu dini rituellere karşı diğer her şeye karşı olduğu gibi nötrdu. Ben ‘gel’ dersem gelir, katılmazsak katılmazdi.
Cuma günü genel bir sohbet vardı. Katılım zorunlu olmasa da bir gidip dinlemeyi tercih ettik. Gitmez olaydık. Aybuke ben ve Şeyda, birbirimize kaş göz yapıyor. Kendimizi gülmemek için zor tutuyorduk. Sohbetin sonuna doğru kızlardan biri haykıra haykıra “40 Yaşındasın” isimli şiiri okuyunca gülmekten patlayarak sohbet odasından kovulmuştuk.
Odaya çıktığımızda kendimizi biraz suçlu hissettik. Her ne olursa olsun böyle konularda saygının korunmasından yanaydim. Ancak üç sayko birleşince bu gibi hareketler kaçınılmaz olmuştu. Dinden bahsetmeye başladık ve ilk kez o zaman benim dini fikirlerim hakkında diğerlerinin bilgisi olmuştu.
“Hem sonsuz aklı bahşet, hem nefsi istekleri. Sonra gel de günaha girme, doğru yolu bul, de. Bulamazsan da cezalandır. Hem Tanrı dediğin zulmetmemeli bence. Dünya yeterince zalim dolu. Baksana şu halimize, dert dert dert. Biraz iyi olsak, zengin olsak, mutlu bir hayat yaşasak belki de isyan etmezdik. Biz de mutlu mesut din yaşardık kendimize. Ama böyle, paraya tap daha iyi. En azından karnın doyuyor.”
“Oyunun kuralı bu Mati. Ya kazanacaksın ya kaybedeceksin.”
“Saçmalama kızım ya. Sen insanı yoldan çıkarırsın Mathilda.”
“Bilemiyorum kızlar. Cehennemde yer çok demek ki. Keşke Allah eskiden konuştuğu gibi, şimdi de konuşsaydi bizimle. Bekle ya… Bakalım eskiden ne konuşmuş Peygamberiyle.”
Koşarak koridarda duran kitaplıktan mealli Kuranlardan birini kapıp geliyorum.
“Tefeul yapacağız!” “Bakalım Allah bizimle de konuşacak mi?”
Rastgele Kuranı acıyorum.
Karşıma çıkan ilk ayetlerin mealini okumaya başlıyorum.
8,9.İnsanlardan öylesi de vardır ki, bir ilmi, bir yol göstericisi, aydınlatıcı bir kitabı olmadığı hâlde kibirlenerek insanları Allah’ın yolundan saptırmak için, Allah hakkında tartışmaya kalkar. Ona dünyada bir rezillik vardır. Ona kıyamet gününde de yangın azabını tattıracağız.
10.(Ona), “İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah, kesinlikle kullara zulmedici değildir” (denir.)
11.İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa, gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse, gerisingeri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.
12.O, Allah’ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir.
13.Zararı faydasından daha yakın olana tapar. O (taptığı) ne kötü yardımcı, ne fena yoldaştır!
14.Muhakkak ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Haftasonu geldiğinde, bu buluşmayı hiç önemsemiyoruz zannediyordum. Fakat aynaya baktığımda son derece ozene bezene hazırlanmış iki kız görüyorum. Saçlar yapılmış, taytlar çekilmiş. Güllücan bizi görünce yine kompleksli tavırlarına bürünüyor. Otobüsü binip mekana doğru yol alıyoruz.
Biz sadece Emrullah, Oğuz ve Mehtabi bekliyorduk ancak neredeyse sınıflarındaki çoğu kişi oturuyor masada. Osman, Bertan, Ceyda… Ve Furkan.
Atıştırmalık bir şeyler, içecekler ve nargileler söyleniyor. Günü akşam ediyoruz. Oldukça keyifli muhabbetler dönüyor. Kendimizi tam liseli gibi genç ve özgür hissediyoruz. Ben normalde erkek arkadaş edinen veya mekanlarda büyük gruplarla takılan biri olmamıştım hiçbir zaman. Kendi iç dünyamizda Zeyneple depresif savaşlar verirdik hep. Böylesi kafanin dağılması adına müthiş bir hismis. Hele o herkesin içinde kaçamak bakışlarla buluşmak… Furkan oturduğumuzdan beri sessiz karizmasiyla bunu yapıyordu. Aramızda 4 kisi oturmasina rağmen oluşan elektrik birbirimizi çekiyordu. Her kahkahanın sonu birbirimize bakarak son buluyordu. Dönüş yolunda nihayet yanyana yürüyebilmistik.
“Okulda ismini çok duydum. Seni havali tiplerden sanmıştım, yanılmışım.”
“Ezik miymisim yani?”
“Haha hayır, sadece doğalmissin. Numaranı versene, konuşalım arada.”
Yurda girmemiz gerekenden oldukça geç bir vakitte dönüyoruz. Giriş saatimiz ailelere haber verilmek üzere kaydediliyor. Kimin umrunda, istersem hiç gelmeyeyim.
Üzerimize sinmiş nargile ve sigara korkularından arınmak için banyonun yolunu tutuyoruz, Aybuke ve Şeyda ile.
Banyoda 4 kabin var yanyana. Ben kapıya en yakın olandayim, Şeyda ile Aybuke diğer yanımda olanlarda. Havlulari kapının arkasına asıyorum. Suyu ayarlıyorum. Gün degerlendirmesi yaparak konuşa konuşa basliyoruz duş almaya. Sonra birden, ışıkların volumu azalıyor. Kapım zorlanmaya başlıyor.
Basit sürgülü kapı kilidi neredeyse kırılacak.
“Ne oluyor? Şeyda?? Aybuke sen misin?” ses yok. Su sesi yok.
Kapım zorlanıyor sadece.
Dayanamayıp havlumu sarıyorum vucuduma.
Kapıyı açıyorum kimse yok.
Şeyda ve aybuke yan kabinlerde değiller.
Banyodan dışarı çıkıyorum.
Yurdun ışıkları kapalı, hiç ses yok.
Merdivenleri çıkıyorum hızlı hızlı.
Odalar boş, ışıklar kapalı.
Zangır zangır titriyorum.
Kendi odama geçiyorum. Yatağımın üzerinde duran telefonumun ekran ışığı açık.
Furkandan 1 mesaj var.
Mesaji asla açamıyorum.
Arkamdan birinin yaklaştığını hissediyorum.
Bu his içime doğar doğmaz, o kokuyu burnumu yakarcasina içime çekiyorum.
Geldi!
Gözlerimi kapatıp ağlamaya başlıyorum.
Daha da yaklaşıyor.
O an ölmeyi diliyorum.
Hiçbir çıkışım yok.
Sonra bir ampul yanıyor kafamda.
Tesbihat geliyor aklıma.
Mirildanmaya başlıyorum lakin hepsi ezberimde değil. Kafam karışıyor, cümleleri toparlayamiyorum.
Ikinci bir plan. Çocukluğumdan beri öğrendiğim Nas süresini okumak geliyor aklıma. Daha ilk cumleyi okurken kendimi banyoda suyun altında duş almaya devam ederken buluyorum.
Şeydalarin anlattığına göre biz gülüp şakalaşırken banyoda, birden ben konuşmayı kesmişim. Bana ismimle seslenseler de cevap vermemem onları korkutmuş. Şeyda kendi kabinindeki musluga basarak ustten benim kabinime baktığı zaman, beni kabinin en köşesinde yüzüm duvara dönük sekilde kıpırdamadan durduğumu ve rengimin bembeyaz olduğunu, beni öyle görünce çığlığı bastığını soyledi. Yaklaşık 2-3 dakika süren bu durum sonlandiginda, ben de nihayet kendime geldiğimde kabinlerden çıktık. Aybuke sırtımda boylu boyunca uzanan tırnak izlerini fark etti. Ben sadece kanım çekilmiş gibi bomboş bakıyordum. Sanırım aklımı oynatacaktim. Kıyafetleri giyindim ve ağır bir sinir krizi geçirdim.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Sevgi Polikliniginde depresif nöbet tanısıyla sakinleştirici bir igne vurdular. 1 günlük rapor aldım ve aileme kimsenin şuanlik bir sey soylememesi hususunda ricada bulundum. Hoş, müdire hanım çoktan iletmiş olmaliydi. Yurda geri döndüğümde iğnenin de verdiği uyuşukluk ile kendimi yatağa atmak istiyordum. Ranzadan yatağıma çıktığımda yatağımın üzerinde duran telefonumun ekran ışığı açıktı.
“Olamaz!”
Etrafıma baktim, herkes normal görünüyor.
“Dilek? Seda?”
“Iyi misin Mathilda?”
“Şeyda sensin değil mi?”
“Gelsene yanımda yat istersen, benim.”
Telefonumu elime alıyorum.
1 yeni mesaj.
Gönderen Furkan.
Bu sefer mesaji açabiliyorum.
“Bence bu görüşmeyi tekrarlamaliyiz.”
Hayır Furkan hayır, bence biz seninle hiç görüşmemis olmalıyız.