MatiG
Tüm sorularına bir cevap bulabilirsin. “Nasıl?” diye sorduğunda.
Ama “Neden” olduğunu öğrenmek için, ‘O’nu’ bulman gerekir…
Ve ben de… Bütün gecelerin, karanlıkların ve bitmez sandığım tüm yolların sonunda O’nu buldum.
O’nun menfaatine yarayacak hiçbir şey veremeyecegim halde, beni kendisine sığındığımda sonsuz koruma ile koruyacak birini buldum.
Yoluma ışık olsun diye gönderdiği tüm tılsımlı kelimeleri bir bir okudum. Meğer bu benim kullanma kılavuzummus da haberim yokmuş!
Ne acı… Bir hiç olmayı kabul etmek ne acıymıș…
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Haftasonu kendimi kütüphaneye kapattım. Okudum, okudum…
Bu süreçte üzerimdeki ağırlığın kalktığını hissediyordum.
Bir dahaki haftasonunu iple çekmeye başlamıştım bile. Eve dönecek ve kendimi KSOR’a atacaktim.
Ondan korkmuyordum çünkü benim de onun da Sahibini tanıyor, iman ediyordum.
Onu reddediyor oluşumuz bile onun varlığının deliliymis de, görememişim.
E.’ye de bunu gösterecektim. O da kafirdi ve kendi kurallarını çiğniyordu. Kim bilir belki de ona tebliğ edecektim.
Kafamda tam olarak ne vardı bilmiyorum. Sadece coşkulu bir heyecan. Sanki bu karanlıktan beni çekip çıkaracak ışığı bulmuştum bir şekilde. Bir duayla, bir ayetle…
Şeyda ve Aybuke bu dengesiz hallerimi anlamlandirmakta güçlük çekiyorlardi. Bir gün önce kendi Tanrılarına ne olsa diyen kız şimdi o Tanrının kitabini elinden düşürmuyordu.
Günlerdir gözleri kararan, durduğu yerde ağlayan kız, simdi son derece mutlu görünüyordu.
Yine de benimle pek uğraşmak istemediler.
Beni anlık yaşıyorlardi. Bu güzel bir ayak uydurma şekliydi. Zaman zaman tehlikeli olduğunu da söylememiz mümkün.
Geçen hafta yaşananlardan sonra okulun da keyfi yok gibi. Sanki tek gözlerinin içi parıldayan benim ve bu dışarıdan sinir bozucu görünüyor olabilirdi. Teneffüslerde denk geldiğimiz Furkan ile bakışmalarimiz oldukça manidardi. Benim neşe dolu bakışlarım onun içini yakıyor gibiydi. Belli ki yanıma gelmeye korkuyor. Esasında ben de henüz E. Ile konuşmadan yanına gitmek istemiyorum. Kimse daha fazla zarar görmeden bitip gitmeli bu mesele.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Tabiki de bu yeni adanmışligin verdiği büyük heyecan hızlı sönecek ve işler beklediğim kadar sakin son bulmayacakti. Bunu o gece, her zamanki hurdalikta durduğu yerde E.yi görünce anlayacaktim. İçimdeki ağırlık yoktu evet ama bir burukluk hissetmedim de değildi. Ben O’na inandım ve bunun karşılığını acele istedim. Beni hemen koruyacak sandim. Fakat öyle olmadı. E. Oradaydı ve hiç gitmeye niyeti var gibi durmuyordu.
Haftasonunu beklemeye ne gerek var ki Mathilda?
Sweatimi çektim ve hızla aşağı indim.
Mudire Hanim odada, iç kapı görevlisi coktan arazi.
Anahtarı her zaman sakladıkları yerden ustaca alıyorum.
Kapıyı açtığımda sessizce çıkmayı başarırım sanmıştım ancak, dış kapı görevlisi güvenlikçi amca beni tuttuğu gibi yakalıyor.
“Hop, nereye? Gir içeri.”
“Abi camdan aşağı çok onemli bir şey düşürdüm hemen alip giricem içeriye.”
“Neymiş, ben alırım.”
“Abi yok valla olmaz, mahrem bir sey. Zaten mudire hanima söyledim. Koşarak alıp geleceğim.”
“Olmaz, gir içeri. Ben çıkıp bakarım.”
Demir sürgülü kapıyı açıyor anahtarlariyla. Arkasından bakıyorum ben de. Hurdalikta kimse görünmüyor, şansına küs.
Yılgın adımlarla merdivenden çıkıyorum. Sabırsızım ancak başıma iş almak da istemiyorum. Çünkü bu işler sandığım kadar kolay olmayacak.
Odaya girdiğimde Şeydayi bulamıyorum yatağında. En son ben odadan çıkarken uyuyordu. Peşimden gelmiş olabileceğini düşünerek odadan geri çıktım. Herkes çoktan uyumuş olmalı. Işıkları kapali odaların bazılarından fısıldanmalar geliyor yine de kızların. Üst kata yoneliyorum önce ama belletmenler üst katta kalıyor ve onlarla karşılaşmak hiç hoş bir seçenek değil suan icin. Hele ki yatsı tesbihatina katılmamışken.
Aşağı doğru iniyorum merdivenlerden.
Merdivenlerimizin sonu her zaman olduğu gibi banyoya çıkıyor.
Banyonun genel ışıkları kapali ancak içeride bir kabinin ışığı yanıp sönüyor. Banyo kapısının üzerindeki buzlu camdan görüyorum.
Nefesimi tutmuşum farkında olmadan.
İçeri girmeden önce toparlanmam gerek.
Umarim diyorum Şeydanin bir ilgisi yoktur.
Şeydaya bir şey olmasını istemiyorum. Onu bu olayların hep dışında tuttum. Beni anlamak icin herangi bir gayre4 göstermedi, çünkü buna yetecek gücü yoktu. Onu suçlamadim ve onun da suçlusu olmak istemedim. Ancak banyoya girdiğimde etrafı kaplayan yanık kokusunu içime çektiğimde, Şeyda öylece o gün kendimden geçtiğim kabinin içinde durmuş, kapkara gözleriyle bana bakıyordu.
Hareketleri hem çok yavaş hem çok hızlıydı.
Birden yanımda bitiyordu ancak bana ulaşmiyordu.
Konuşuyordu ancak konuşan Şeyda değildi.
Beni hem çok korkutuyor hem de derinden üzüyordu.
“Şeyda… Ne yaptın sen…”
“Ağlama – kelimelerin yarısını anlayamıyordum.”
“Şeyda…”
“O xxx Kitabı okudun demek. Bunlar sadece bizi aşağılamak için yazılmış insan safsatalari. Kendinin değerini ve gücünü ne zaman kefedeceksin. Sabrım tükendi. Sen de yanıma geleceksin.”
“Şeydaya ne yaptın, onu serbest bırak, defol git!”
“Şeyda’ya mi ne yaptım… Dur ben sana onun başına gelecekleri söyleyeyim… – burada yazılmamsi gereken kısımlar yer alıyor.”
“Yalan söylüyorsun. Yalan. Hepsi yalan. Beni rahatsız etmek istiyorsun. Pes etmemi istiyorsun. Etmeyeceğim. Sen, sen vazgeçeceksin. Ben senin de, benim de Rabbim olan Allaha sığınıyorum. Sen… Sen aciz.. Değersiz.. Yalanci…”
Her kelime ağzımdan kesik soluklarla çıkıyordu. Cümlelerim neredeyse beni boğacakti. Gücüm tükendi. Ve bayıldım.
Uyandığımda koridordaki sandalyelerin üzerine yatırılmıştim. Mudire hanim, birkac öğrenci ve gece dolaşan nöbetçi belletmen başımdaydi. Burnumu yakan bir kolonya kokusu vardı.
“Şeyda.. Nerede?”
“Iyi misin tatlım, ne oldu yine sana… Olmayacak böyle bak sen yurtta yapamıyorsun. Yarın ailenle görüşelim senin.”
“Ablacigim ne yapıyordun banyoda gece gece tek başına, çok korktum seni orada yerde yatiyorken bulunca.”
“Ben, sebile gidiyordum… Su içecektim. Işığı açık görünce kapatmak için girdim. Sonrasını hatırlamıyorum. Odama çıkabilir miyim?”
“Tabi tatlim, tamam canım. Ben sana yardım edeyim.”
Odada Şeyda yatağında oturmuş öylece duruyor. Onu öyle görünce koluma giren Mudirenin arkasına saklanıyorum bir anda. Şeyda da beni görünce birden ağlayarak boynuma atlıyor.
“Mathilda!”
“Iyi misin? Ne oldu sana?”
“Cok kotu… Cok kotu bir ruya gördüm. Anlatamam sana. Uyandığımda seni yatağında bulamayinca daha cok korktum. Ama kalkıp bakamadım. Cok korktum, cok korktum.”
“Bismillaah… Ne oluyor size kızlar böyle? Dur ben yarın Esma Hocanızi da çağırayım. Hadi yatin bakalim şimdi guzelce. Sabah ola hayr ola. Tamam mı?”
“Tamam teşekkür ederiz.”
“Sen neredeydin Mathilda?”
“Ben su.. Bosversene ya. Gel yatalım uyuyalım. Konuşmaya hiç halim yok inan.”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Elimin güçlü olduğu bir gerçekti ancak nasıl kullanılması gerektiğini bilmediğim sürece hep yenileceğe benziyordum.
O bana, çevreme dilediği gibi zarar verebilirken, ben hiçbir şey yapamiyordum. Dilediği herkese bu kadar kolay ulaşabiliyor olmasının altında muhakkak bir sey olmaliydi. Bunları düşünürken son derece sıkıcı geçen biyoloji dersinde aklıma Facebook’a girmek geldi. Uzun zamandır uğramıyordum oralara. Mesaj kutumda 1 yeni mesaj duruyordu. Zeynepten.
“Konuşmamız gerekiyor.”
Ne konuşmamız gerektiğini düşünmeye bile vakit bulamadan telefonu hocaya kaptiriyorum.
“Yavrum Facebookda mi çıkacak YGS LYS soruları? Velin gelsin alsın telefonu.”
Hangi velim?
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Günlerim okumaya ve anlamaya çaba harcamakla devam ediyor. Her yeni öğrendiğim bilgi karşısında tutuluyorum. Yeni kitaplar edinmek için okulu ekmemiz gerek. İkinci sınav haftası yaklaşırken, bu pek de mantıklı bir eylem olmaz tabiki.
Okul çıkışı servisi ekip Yenibosna otobüsüne binmek daha karlı bir yol gibi geliyor. 36AY.
Belki bi gün güler, belki bi gün ben de anlarım, yok
Belki başım döner, ben de mutluluktan ağlarım, yok
Anlatırım, belki anlamazlar
Her satırda konuk oyuncu
Gelip yaramı sarmasan da, yok
Başka çarem yok
Yenibosnadan bir aktarma ile Taksimdeyiz. Buradaki pasajlarda aradığım türden kitaplar bulabileceğimi sanmakla epey toy olduğumu bir kez daha kanıtlamış oldum kendime.
Yine de keyifli bir gündü, hava ne kadar soğuk olsa da.
Yurttan uzaklaşmak bana iyi gelmişti, Şeydanin yüzüne bakabilmek ne kadar zor olsa da.
Yaşadığım her şey bir rüyaymis gibiydi. O zamanki yaşımın gereği neyin üzerinde fazla durmam gerektiğinin bile farkında değildim belki. Düşündüğüm tek şey bir sonraki sefere ne yaşayacağımdi…
Istiklalden Galataya doğru iniyoruz, burası muazzam. Benim kadar olmasa da, büyülü bir yer. :))
Hatta neden Şeyda ile mekanimiz olmasın…
Konak Kafe! Boğaz eşsiz sükunetiyle gözlerimizin önünde akıp gidiyor. Galata tüm heybetiyle tepemizde dikiliyor. Kafenin terasında donsak bile kendimizi bu büyüye kaptirmaktan alıkoyamiyoruz.
Sıcak çikolatalarimizi bitirdigimizde biraz daha geç kalırsak ailemizle görüşmek icin sabırsizlanan Mudire Hanima yeni bir bahane daha verecek olmak istemediğimizi hatırlıyoruz.
Mekandan çıkarken, E.nin bedenine çok benzer kılıkta bir adam görüyorum. Hatta ilk bakışta o olduğuna eminim. Ancak göz göze geldiğimizde renkli gözler tuttuğum nefesi bırakmama yeterli oluyor. Yine de oldukça derin bir bakışmaydi bu. Sanki o da beni bir yerden tanımış, ya da etrafımda – rızam olmadan- oluşmuş auramin farkına varmıştı.
Bir an ardından gitmek istedim.
Ancak Şeydayi peşimden daha fazla sürüklemek istemiyordum.
Buraya ne de olsa, daha çok gelecektim…