Yıllar önce Gölcük depremine şahit olduğumda 5 6 yaşlarındaydım. Kaç gün boyunca bahçeye yatak kurup uyumuştuk. Ama insanın o durumda çocukca oynaması eğlenmesi bile lükse kaçıyordu. Hepimiz korku ve endişe doluyduk, durumun farkındaydık. Köyde hiç imkanı olmayanlarda bile bir telaş vardı. Halk elinden ne geliyorsa evde sadece iki battaniye mi var birini deprem alanına gönderiyordu, yiyecek bir ekmek mi vardı yarısını ihtiyaç sahiplerine yolluyorlardı, çocuk gözüyle bile o yardımı, birlik ve beraberliği görüp anlayabiliyorduk.
Ortaokuldayken Türkçe öğretmenimiz bir doğal afet hikayesi yada kompozisyon yazmamızı istemişti. Bende yaşadığımız ve babamın şahit olduğu bir anıyı isimleri değiştirerek hikayeye çevirmiştim. Kötü etki bırakmak istemem birlik olunması gerektiği, birlikten kuvvet doğduğuna değinmek babından yazmak istedim.
"1999 yılı..
Yıllar öyle durgun geçmişken bu sakinliği sıcak bir ağustos günü ani bir deprem bozdu. .
Gölcük depremi. .
Gecenin bir vakti saat üç sularında başlamış ve kırk beş saniye sürmüştü. Dile kolay kırk beş saniye fakat kırk yıllık korku yaşatmıştı insanlara. Aniden büyük sarsıntı yaşadıklarında, Ali ve eşi gözünü açar açmaz çocuklarını alıp evden çıkmaya çalıştılar. İkinci katta oturuyorlardı. Eşi Fazillet hemen büyük kızları Fatma, Elif ve Ayşe’yi uyandırdı, onların elinden tutarak merdivenlere doğru gittiler, fakat öyle sarsıntı oluyordu ki parmaklıkları tutsalar bile her an yıkılacak ve yerin dibine düşecek hissi veriyordu bu onlara. Adeta beşik gibi bir sağa bir sola gidiyordu koca ev.
Ali ise uyumakta olan ikiz kızlarını kucağına alarak aşağı indi. Diğer haneler de bahçeye geldiler, komşular ve köylü ise sokağa dökülmüştü. Nihayetinde deprem son bulmuş ve şükür ki herhangi bir can kaybı yaşanmamıştı ailede. Evi yaparken Ali temeli sağlam atmış, tuğla içlerine dahi harç doldurup sağlam duvarlar örmesine rağmen daha on yılını doldurmadan binada çatlaklıklar oluşmuştu. Depremin şiddeti buradan anlaşılıyordu.
Bahçe halkında herhangi bir kayıp yaşanmamıştı lakin radyodan aldıkları haberlerde depremin 7.4 şiddetinde yaşandığı, bir çok enkaz ve can kaybı olduğu söyleniyordu. Kimseye evlerine girmemeleri gerektiği ve olası bir depremde ne yapmaları gerektiği hakkında uyarılardan önlemlerden bahsediliyordu. Artçı depremlerin de devam etmesinden korktukları için üç dört gün boyunca hiç evlerine girmeden bahçede yattılar.
Bu süreçte Ali ve bir grup insan toplanıp AKUT gibi Eskişehir’deki enkaz altında kalan, can ve mal kaybına uğramış, yahut kaybolmuş kimseleri kurtarıp yardım etmek amaçlı Eskut adında bir topluluk oluşturdular.
Fazilet ve iki eltisi yüzlerce litrelik şişelere çeşmeden su doldurup, battaniye kıyafet ne varsa verdiler. Gerekli ekmek ve erzak yardımı da toplandığında Ali ve ekibi enkaz altındaki insanları aramaya koyuldu. Ellerinden gelen ancak bu kadarı olmuştu. “Keşke daha fazlasını yapabilsek” diye iç geçirdiler. Kaç insanın dualarına sebep olacaktı bu ufak yardım.
Çok can kaybı vardı ülke genelinde. Radyo haberlerinde spikerin “Resmi rakamlara göre, depremde 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi yaralandı. 5 bin 840 kişi de kayboldu.” Dediğini duyduğunda üzüldü. Bu ciddi bir durumdu. Kendisi de onların yerinde olabilirdi. Resmi olmayan can kayıplarına baktıklarında daha fazla olduğu dilden dile dolanıyordu.
Enkaz altında kalan kimselerin çoğu günlerce çıkamamış, kimi susuzluktan kimi açlıktan ölmüştü. Kimisi eğer buna şans denilirse yakınında bulunan kalorifer peteklerinin suyunu içmiş kimisi ise kendi idrarını içerek kurtulabilmiş fakat kalan yaşamlarına böbrek hastası olarak devam etmişti.
Yaşamın kıymetini anlamış olanlar için belki de çok geçti. Ali bunları düşünürken merkeze vardıklarını farketti. Evi yıkılan, enkazdan kurtulan kimselere suları, erzakları, giyecek ve battaniyeleri dağıttılar. Bu kardeşlik insanlık bağı öyle kuvvetli ve güzel bir bağdı ki, herkes ‘çorbada benim de tuzum olsun’ diyerek elinden ne geliyorsa yapıyor birbirine yardım ediyordu. “O az yaptı, ben neden çok yapayım” gibi düşünceler ile ortalığı karıştıran bir zihniyet oluşturmuyordu o bağ. Çünkü bir yaşam savaşı sürüyordu. .
Kurtarma ekibi binalar arasında yaşayan sağ kalan insan var mı diye kontrol ederken bir ses duyuldu. Küçük bir kız çocuğu sesiydi bu. Beş altı yaşlarında olmalıydı anladıkları kadarı ile. Cılız, yorgun ve korkan bir ses ile yardım istiyordu. Ağlamaktan kısılmış sesiyle anesine sesleniyordu ama annesi hayatta değildi.
Aralardan geçerek sesin geldiği yöne doğru yaklaşmaya çalıştılar. Kızın seslendiği yer epey dar ve riskli bir alandı. Üstelik çocuğu çıkarmaya çalışsalar bina yıkılır ve hepsi orada ölebilirdi. Çünkü binanın yüksek sütunlarından biri kızın sağ bacağının üzerine çökmüştü.
Kurtarma yolu arandı. Fakat ne yapılsa da çocuğu oradan çıkaramadı kimse. Öyle tehlikeli bir şekildeydi ki tek taş kıpırdasa bina devrilebilirdi. En sonunda kızın bacağını keserek oradan kurtarmaya karar verdiler. Buna kimse cesaret edemedi.
Ali kurtarmak istedi, zayıf olduğundan o dar alana girebilirdi. Burada ölüme terk edemezdi o çocuğu. Kendi kızları yaşındaydı onları düşündü, eğer enkaz altındaki kendi çocuklarından biri olsaydı yine kurtarmak için elinden geleni yapmaz mıydı? Böyle diyerek cesaretini topladı. O bölgede bir hırdavatçı bulup alışveriş yapacak vakit ve imkan olmadığından ancak kör ve kırık bir testere tek bulunup Ali’nin eline verildi.
Ali dar alana girdi, kız çocuğunun sesi daha yakın ve net geliyordu artık. Başına taktığı baretin önündeki fener sayesinde görebiliyordu. Her an yanlış bir harekette bulunsa bina yıkılabilirdi. Dikkatli davranması gerekiyordu. Allah’tan yardım diledi. Buradan belki sağ çıkacak belki ölüsü çıkacaktı. Kız çocuğunu kurtaramasa ömür boyu vicdan azabı çekecekti. Ama rabbinin kendisine güç vermesini olur da burada ecel gelirse ailesini ona emanet ettiğini söyledi.
Testereyi çocuğun diz kapağının yukarısına doğru hizaladı ve ‘Bismillah’ diyerek kesmeye başladı. Ucu kördü, öyle zorlanıyordu ki. Netice de hiç insan kesmemişti ömründe. Kurban bayramlarında hayvan kesimine yardım etmişti lakin onda bile keskin bıçak ve testereler kullanılırdı. Kemiğe doğru geldiğinde işini daha da zorladı bu kısım. Kız çocuğu ona sakince “Amca ne yapıyorsun, beni kurtarmaya mı geldin? Bacağım hiç acımıyor” dediğinde duygulanmıştı Ali.
Çocuğun tek inlemesi dahi duyulmuyordu. Allah’ın işi ki bina üzerine devrildiğinde üç gün o şekilde kalıp acı çektiğinden artık bedeni uyuşmuş ve acıyı hissetmiyordu. Yoğun uğraşlar sonrasında kızın bacağını kesebilmiş ve onu kurtarmıştı. Allahu Teala ikisinin de canını bağışlamıştı. Bundan sonraki yaşamına tek bacağı olmadan devam edecekti çocuk, kim bilir ya Ali’yi hatırladığında teşekkür edecek ya da bacağına baktığında “keşke kurtulmasaydım” diyecekti. Bunlar aklına gelince sadece onun güzel bir geleceği olması için dua edebilmekle yetindi. Çocuğu başından öpüp sağlık ekiplerine teslim etti.
Evine vardığında uzun bir süre bu olayın şokunu atlatamamış ve et sucuk türü şeyler yiyememişti psikolojik olarak. Tecrübe denilen kavram iyi şeylerden edinilmezdi elbet. İlla ki büyük bir imtihan atlattıktan sonra kazanılırdı. Bir hayat tecrübesi daha edinmişti Ali.. "