Bölüm 12
Mete sözünü tutmuştu Türkiye’ye dönüyorduk, Polonya’da henüz bahar gelmemişti gökyüzü gri hava yağmurluydu, bir yandan valiz hazırlıyor bir yandan 90lar pop dinleyerek kendimi motive ediyordum, Mete ile havaalanında buluşacaktık sabah işlerini halletmek için ofise gitmişti, hazır olduğumda Mete’ye mesaj attım;
“Canım valizler hazır bende hazırım.”
“Tamam canım şimdi birini gönderiyorum sen geç bende geleceğim…”
Cevap olarak bir kalp gönderdim, yaklaşık 20 dakika sonra bir araç geldi valizleri aldı arka koltuğa oturdum içimde bir sıkıntı bir daralma vardı, annemi aradım sesi gayet iyi geliyordu, eylulu aradım onlardada hersey yolundaydı ama benim göğsüm her geçen dakika daha çok sıkışıyordu, havaalanına gelmiştim valizleri uçağa gönderdim oturup Mete’yi beklemeye başladım, aramalarımı açmıyordu mesajlarıma dönmüyordu, endişelenmeye başlamıştım, uçak saatine 1 saat kalmıştı çok dakik biriydi asla gecikmezdi görevli yer hostesinin yanıma gidip bir sonraki uçuş için biletleri güncelleme hakkım olup olmadığını sordum ancak olumsuz yanıt aldım, stresten tırnaklarımı yemeye başladım, son 50 dakika, 40 dakika derken artık ucak kapıları kapanacaktı, havaalanında ismimiz son çağrı olarak anons ediliyordu ancak Mete olmadan geri dönmezdim, ona çok kızgındım beni yarı yolda mı bırakacaktı? Yapmazdı… uçağı kacırmanın verdiği üzüntü ve rahatlıkla business yolcular için ayrılan alana geçip kafede kendime bir espresso söyledim, ısrarla arıyordum ama açmıyordu, endişe kızgınlık panik hepsini aynı anda yaşarken telefonuma haber kanalından bir bildirim geldi,
“Son dakika…
Polonya’da Türk asıllı bir şirkete ırkçı saldırı!
Saat 11 sularında Türk iş adamı Mete Değirmene ait Nevm Lojistik ofisine ırkçı bir saldırı gerçekleşti, Müslüman karşıtı gruplar tarafından gerçekleşen saldırıda 3 ölü ve çok sayıda yaralı bulunuyor, acil durum ekipleri olay yerine sevk edildi, aralarında Mete Değirmeninde bulunduğu ofis içerisinde çalışan tam 50 Türk personel bulunmaktaydı…”
Ellerim titriyordu, okuduklarım birbirine giriyor nefes alamıyordum,çantamı öylece masada bıraktım, elimde telefonum bacaklarım titreye titreye havaalanından ayrıldım…
….
Tüm geceyi hastanede geçirmiştim göz altlarım ise uykusuzluktan değil ağlamaktan kıpkırmızı olup şişmişti, Mete yaşıyordu ama hayati tehlikesi çok fazlaydı, yoğun bakıl ünitesinden çıkan doktor yanıma geldi İngilizce birşeyler anlattı ama İngilizcem o kadar iyi değildi. Bahsettiği tıbbi terimleri anlıyordum ama beynimde konumlandıra mıyordum sadece beyin zarı ile alakalı bir sorun olduğunu anlamıştım, tam o sırada Mete’nin ailesi geldi, haberi alır almaz ilk uçakla geldiler, Eylül perişan haldeydi, annesi ise resmen 10 yaş yaşlanmıştı, babası hemen doktor yanına gelerek detaylı bilgi almaya başladı o sırada Mete’nin annesi Necla hanım öfkeyle yanıma gelip;
“Senin yüzünden, sen bu hale getirdin oğlumu, gözünü boyadın, senin hayatımı kurtarmak için seni yurtdışına çıkardı, eğer buraya hiç gelmeseydiniz bunlar olmayacaktı, oğlum bu acıları yaşamayacaktı, hersey senin yüzünden hala nasıl duruyorsun!?” Diye bağırdı. O sırada Eylül aşırı sakin bir ses tonuyla
“Kusura bakma balım, biz çok üzgünüz, annem, annem bitmiş durumda bir suçlu bulmak istiyor sadece… lütfen aldırma ancak gitsen daha iyi olacak, hem annem hem babam seni görmek istemiyor.”
“Eylül ben, ben nasıl giderim nasıl yaparım? Aklım burada kalacak, Mete? Mete’yi nasıl bırakırım.”
“Merak etme ben sana sürekli haber vereceğim, ama onlarıda daha fazla üzmeyelim balım lütfen yardımcı ol…”
Eylüle sarıldım göz yaşlarımı tutamıyorum, çaresizce hastaneden ayrıldım.
….
Eve gelip kendime bir kadeh şarap koydum, Kaan’dan ayrıldıktan sonra yaşadıklarım Mete’nin hayatıma girişi benim için yaptığı onca fedakarlık… hepsi gözümün önüne geliyordu, beni bu kadar sevmesi değer vermesi bana bakışı kalbi o kadar güzel bir adamdı ki kaybetme korkusu ile kıvranıyordum, onu çok seviyordum onsuz hayatıma devam edemeyeceğimi biliyordum, alkol etkisiyle kaşlarım gevşemişti uykusuzluk yorgunluk ve ağlamaktan artık yanan gözlerim ağır geliyordu, salondaki beyaz deri koltuklarda öylece sızıp kaldım…
Sabah karşı saat 4 gibi telefonum ıslarlar çalıyordu duyuyordum ama acamıyordum ellerim titriyordu panikten, arayan eylüldü cesaretimi toplayıp açtım…
“Eylül güzel bir haber ver lütfen…”
Ses gelmedi…
“Alo? Alo! Eylül?”
Ses yok… sonra bir nefes sesi, bir burun çekiş… çatallı bir ses tonu ile;
“Balım, abimi kaybettik.”