MatiG cnm benim bende adanadayim gerçekten çok güçlü bir insanmişsın bu denli güçlü olmazsaydin üstesinden gelmeye bilirdin buna benzer hikâyeleri annem çok anlatmıştı köylerinde çok yaşanilmiş birebirde şahit olmuş evrelerinide çok iyi biliyorum hikayenin devamını da gerçekten sabırsızlıkla bekliyorum rabbim yardımcın olsun cnm🙏
Sekiz
MatiG Bugün devamı gelir mi
Sucuklu_yumurtaaa Hayir malesef.
MatiG peki mathilda isminin bı anlamı var sizde bu ismi kullanıyorsunuz ya. Birde E. Den bahsediyorsunuz baş ismi mi yoksa E olarak mı bildiniz
MatiG Ah canım benim nasıl baş ettin bunca şeyle tek başına.Nefesimi tutarak okudum bir de sen yaşamışsın bunları.O kadar güçlü ve mantıklı bir kadınsın ki gerçekten hayran kaldım sana.Kendimi yerine koyamadım bile kafayı oynatmıştım.Lütfen iyi olunca yaz kendini zorlamadan.Postunu takibe aldım bekleyeceğim.Bundan sonraki hayatında bütün güzellikler senin olsun çok çok mutlu olursun umarım 🙏🏻 ❤️
Devami ne zaman gelicek?
Hikayeniz için üye oldum gerçekten okudukça içine çekiyor devamını bekliyorum mutlaka
MatiG dört gözle bekliyorum ☺️👀
Bu hikayeyi okumak için girmiştim daha önce de bulamamıştım, şimdi çok alakasız bir şekilde önüme çıktı, okudum şimdiye kadar yazdıklarınızı, kaleminize sağlık 🌿
Kaleminiz çok güçlü gerçekten gerçek olmasından ziyade ben yazı tarzını ve anlatım dilinizi beğendim
MatiG Nasıl bu kadar geç çıktı karşıma.. Bayıldım tek kelimeyle..😢 Lütfen devamı gelsin 😍
Bu gece, geliyor!
Boylesine boktan bir dünyada
Silinip gitmek üzere rastgele oluşmuş bir toz tanesi olmayı yeğlerdim.
Herkesin hayatına dokunan, ama kimsede iz bırakmayan o hayalet gölge olarak yitip gitmeyi…
“Sahi, bir kız vardı… Neydi adı? Kimdi? Gözleri en çok ne zaman parıldardi? Kime aitti elleri? Sevinçleri, hüzünleri, biriktirdiği recalari var mıydı…”
Siz, en çok kendinizden ödün vereceğinizden korktunuz, hepiniz! ‘Nasılsın’ diye sorduğunuzda sıranın size gelmeyeceğinizden endise duydunuz! Karşınızda solan bir çiçek gördüğünüzde, “Nasıl olsa yeniden gelir bahar.” dediniz. Yeni çiçeklerle avunmayi bildiniz. Sizin baharınızi elinizden alan olmamış hiç, belli. Ne solan çiçek olmuşsunuz ne bahara ulaşamayan. Sadece geçip giden, bakıp gormeyen, duyup işitmeyen kimseler olmuşsunuz!
Ellerin, bir başka eli tutmayacaksa ne diye yaratılmış olmalı, sen söyle!
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Evdeyim.
8 gün oldu.
Uyumayali epey oldu.
Rüya görmeyeli.
Gökyüzüne bakmayali.
Bu mağrur bitik bakışlar, anlamsiz suçlayan sorular ve bazen hiç sormayislar; işte benim layık olduğum!
Okula git artık cehennem surat. Seni beslemekten bıktık. Evde kimse yokken kavga etmiyoruz. Birileri gelince bizi ayıran olur ne de olsa diye başlıyoruz didismeye. Git burdan, huzur bozan. Belanı bul ve sonra neden bu belayi bulduğun icin bize hesap vermeyi de unutma.
Yurda dönüyorum.
Buz gibi sanki.
Titriyorum, odamda, ranzamdan pencereden dışarı doğru bakarken, içimden ‘şu pencerenin kulbu olsam, daha fazla yararım olurdu insanlığa ve belki daha az zarar verirdi dünya bana’ diye geçiriyorum.
Şeydalar henüz okuldan dönmemiş.
Beni görünce ne diyeceğim. Bu onun ne kadar umrunda olacak, hicbir fikrim yok.
Bundan dolayı endise bile duymuyorum esasen.
Bana büyük bir gözdağı verildi.
Ve düşünmem icin epey fırsatım da oldu denebilir.
“Seni öldüren katile hak vermek”
Bunun ne anlama geldiği hakkında fikri olan var mı… Ben edindim.
İnsanların sen mutsuzken veya onların işine yaramıyorken seni çöp gibi savurup atacaklarıni gozlemledim. Şu 8 lanet olası gün, bana bunu öğretti. Ve bu yaşadığım bana ‘beni korumak için yapılmış’ bir hamle olarak yansıdı, ne acı.
Gerçek bir nefret doluydum. Ve kendime artık tamamen hissiz olmayı öğütluyordum.
“Aa Mathilda gelmişsin! Aybuke bak kim gelmiş! Nasılsın?”
“İyiyim ya, toparladım. Malum fazla dağıtmistim, kolay olmadı.”
“Sen yokken neler neler oldu. Bu Oğuz var ya, Mehtapla sevgililermis. Bizimle buluştuktan sonra Oğuzun benimle samimi konuşması yüzünden kız kıskanıp ayrılmış. Ahah koptum bu olaya. Oğuz da salak her teneffüs yanımda bitiyor. Kızı kıskandırmak için, ben sanki anlamıyorum. Aa ama Oğuzun bir arkisi var offf Burak. Daha önce de görmüştük ya hani uzun boylu mavi gözlü çocuk, hatırladın mı? O da geliyor yanında. Muhabbeti de cok iyi.”
“Mucahite ne oldu mal Şeyda?”
“Of diyene bak 5 kişiyle ayni anda konuşan Aybuke Hanım.”
“Hee sonra bir de Furkan seni sorup durdu. Ailevi problemler için eve geçti gelecek falan dedim.”
“Ailevi problemler… “
“Ay İbrahim hoca ne diyor biliyor musun? ‘Devamsızlıktan attirayim Mathildayi da gör ekurisiz kalmayı.’ Taktı sana bu adam ya komedi resmen. Aldin değil mi rapor falan?”
“Almadım.”
“Ceydayla Ecem saç baş kavga etti of onu da görmeliydin. Ecemin gözlüğünü kırdı Ceyda. Abi herkes kafayi yedi ya bi gittin. Sen varken olmuyordu boyle seyler.”
“Kızlar yemek saati! Herkes Yemekhaneye! Mathilda hosgeldin ablacigim. Nasılsın görüşmeyeli?”
“Iyiyim Naciye Abla sağolasın.”
“Yemekten sonra tesbihata katılın mutlaka olur mu güzeller?”
“Imamiz Mati geldiğine göre ön saflarda olacağız Naciye ablacigim.”
Berbat nohut yemeği. Haftanın neredeyse 5 günü çıkıyor. Makine yağı ile yaptıklarına eminim. Hayatımın geri kalanında uzunca bir süre nohutu ağzıma koymama engel olacak o berbat tat. Kendimi yemek için zorlamayacagim çünkü zaten midem epey ağrıyor.
“kızlar ben odaya çıkıyorum, nohut berbat.”
Yemekhanemiz 4 katli yurdumuzun, bodrum katinda. -1’ de diyebiliriz. Zemin katta banyolar ve mudire hanim odasi, büyük sohbet odası ve kantin var. Yemekhanenin merdivenleri direkt olarak giris kapısına ardindan odalara ve banyolara çıkıyor. Koridorun ışıkları kapali her zamanki gibi. Odaların kapısının altından ışık vuruyor. Bu iyi, çünkü burada yalnız yürümek istemiyorum. Banyoya doğru vardığımda kalbim hızlı hızlı atmaya başlıyor. Hem her yeri görmek ve güvende olduğumdan emin olmak istiyorum hem de gözlerimi sıkı sıkı kapatarak istemediğim hiçbir seyi görmemek istiyorum.
“Mathilda!”
Yerimden sıçrayıp derin bir soluk alıyorum.
“Odama gel.”
Mudire Hanim ondan korktuğumu zannederek üzerimde hakimiyet kurmuş edasiyla özgüvenli bir konuşma yapıyor. Yurdunda olay istemiyormuş. Beni kibar bir dille uyarıyor. Bu, yaşadığım onca şeyin onun icin hicbir sey ifade etmediği, önemli olanin onun yurduna, dolaylı olarak itibarina zarar vermemesi gerektiği anlamına geliyor. Hiç şaşırmıyorum. Böyle böyle, insanlara tepeden bakar hale geliyorum. Sanki artık onların gizledikledikleri yüzlerini biliyorum ve ustteyim. Onlarin bu yönlerine şahit oldukça gözümde küçük düşüyorlar. Ve egoma farklı bir haz deneyimi kazandırmış oluyorum.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Ilk teneffüste kapıda Furkan beliriyor ertesi gün. Ona karşı mahcubum. Bir yanım bunu umursamıyor. Kimse zarar görsün istemiyorum.
“Nerelerdesin kaç gündür ya… Neler kurdum. O kadar kötü bir buluşma yaşadık ki tası tarağı toplayıp kaçtın sandim. Neyse ki buradasın. Seni yeniden görebilmek guzel.”
“Beni yeniden görebilmen mi guzel yoksa benim için her şeyin yolunda gibi görünüyor olması mı?”
“Nasıl yani…tabiki iyi olman ve burda olman. Yani iyisin değil mi?”
“Son gördüğünde bu kadar sıkıcı değildim, değil mi?”
“Sıkıcı mı? Sana sadece bakıyorken bile sıkılmak mümkün degil Mathilda, sanırım farkında değilsin.”
Kızarmaya başlıyor. İçinden geleni düşünmeden söylemiş olmak onu da şaşırtmış olmalı. Konuyu değiştirerek onu azad ediyorum.
“Baksana neymiş bu Oguz-Mehtap meselesi? Şeydanin başı ağrımasin sonra bizimki farkında değil ama bu aşk üçgeni onu yakar gibime geldi benim.”
“Ya, ben de onu diyecektim aslinda… “
O sırada Mehtap ve arkadaşları bizim sınıfa doğru hırsla gelirken, aklıma gelenin birkaç dakika sonra başımıza geleceğini anlıyordum. Sınıfın içine doğru bakıp Şeydayi bulmaya çalıştım. En arkada başını sıraya koymuş uyuyor zavallım.
Kizlar yanımda bitiyor.
“Furkancigim bize iki dakika müsaade et bakalim bu ciciş kizlarla.”
“Mehtap ne konuştuk?”
“Ikile Furkan!” Furkan koşarak gidiyor. Muhtemelen takviye getirecek bizim için.
“Merhaba Mehtap, nasılsın görüşmeyeli, bir sıkıntı yok değil mi?”
“Valla sıkıntı yoktu. Taa ki siz bu okula gelene kadar. Iki takıldık diye de iyice kendinizi bi bok sandınız biz bu sanriyi bi yok edelim diyoruz.”
“Edelim, güzelim. Edelim de, bak sana şöyle söyleyeyim. Ben kavga dövüş sevmem. Bu yolla da bir yere varılacagini zannetmiyorum. Sorun neyse söyle, çözelim.”
“O kaşar arkadaşın, Oğuzun yanına yaklaşmayacak. Ama bugüne dek yaklaşmış olmasının da hesabini vermeli.”
İtiş kalkış başlıyor. Sesler yükseliyor. Şeyda hanım derin uykusunda uyuyor. Furkan Oğuz ve Gulcanlarla koşarak yanımıza intikal ediyor. Ayak üstü bir ton azar işitiyorum. Mehtap ve havarilerini yanımdan uzaklaştırıyorlar. Neyse ki dayak yemiyorum bomboş bir mesele yüzünden. Şeydayi kesinkez uyariyorum, Oğuz diye biri yok.
Okul çıkışı servise doğru yürürken, bir el omuzuma dokunuyor.
“Selam, yine ben. Eğer hemen bıkmayacaksan, servisi ek, yürüyerek dönelim.”
Furkanin reddilemez teklifi.
Şeydanin salça olacağından habersiz masumiyet ile edilmiş belli ki.
Eğlenceli bir üçlü oluyoruz yine de. Yol boyu kahkahalar havada uçuşuyor Haraçcinin illegal dolu sokaklarında. Neyse ki gündüz vakti ve fareler hala yuvalarında.
Yurdun sokağına geldiğimizde, veda seansi başlıyor. Şeyda ‘eyvallah’ diyerek yurda doğru benden once gidiyor.
“Evin ters düşmemiştir umarım buraya?”
“Dolmuşa binip merkeze gideceğim burdan, sıkıntı yok.”
“İyimis.”
“Sana mesaj atmamdan rahatsız mı oldun?”
“Hayır, ben sadece… görmedim mesajını. Yani telefon kullanmıyorum pek. Bence böyle yuzyuze görüşmek daha iyi.”
“Bunu bir çıkma teklifi olarak algılayabilir miyiz?”
Utangaç bir gülücük oluşuyor yüzümde.
Ama onun yüzünde..
Onun gözlerinde..
Bir karalti beliriyor.
Bir derinlik.
O kızgın ifade.
Bir adım geri sıçrıyorum. Sesler boguklasiyor yine.
“Hayır, hayır, hayır, hayır!”
“Ne oldu!? Mathilda ne? Tamam. Tamam, yani çıkmak yok, sakin ol. Sakin. Iyi misin?”
Kafamı kaldırıp gözleriyle buluşuyorum. Eşsiz kehribar, şefkat dolu bakışları. Sarılıyorum istemsiz. “Sensin!”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Bu günün gecesinde, cesurum ve hesap soracağım.
Benim dalgalı ruh halim olmasa elimde başka da silahım yok zaten. Hiçbir zaman yitip gitmiyorum, her zaman cesur kalmadığım gibi.
O gece resmen onu çağırıyorum.
Bunu nasıl yaptığım hakkında bir fikrim yok. Ama hissiyat diyebiliriz.
Yalnız kalmaya çalışıyorum.
Hatta banyoya bile iniyorum.
Ama yok.
Daha mantıklı bir yol geliyor aklıma; uyumak!
23.59
Duran zaman.
O boğucu hava ve karanlık.
O koku ve hareket dahi edemeyen ben.
İşte geldi.
Cok ağır her sey. Ağzımı kıpırdatmam neredeyse imkansiz. Olmayacak böyle. Zihnim çalışıyor ama bedenime hükmetmem olanaksiz. “Sen söyle.” Diyorum içimden sürekli.
Ve zahmet edip söylüyor.
“Eve dön.”
Bu iki kelime dalga dalga yayılıyor. Yayıldıkca ses çirkinlesiyor. Beni boğuyor. Yine bir çekmeye çalıştığım besmele beni kurtarmaya yetiyor.
Anlaşılan bu haftasonu Furkan yerine E. İle çıkacağım!
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Cuma akşamı evdeyim, ne olacaksa olsun.
O gece sessiz geçiyor. Anlaşılan buluşma yerini iyi belirleyemedik. Akıl alır gibi değil ama evet olan bu.
Cumartesi günü babam oldukça gergin evde, çatacak yer arıyor.
“Siz hep böyle misiniz anne ya? Ben yokken de?”
“Yoo aslında iyiydi birkaç gündür ama niyese bugun boyle şekeri mi yükseldi anlamadım.”
Gün boyu bilgisayardayim. Facebook devri bitti artık. Twitterda o zamanlar olmayan bir kavram olan ‘fenomen’ sayılırım. Üst üste şarkı sözleri paylaşıyorum. Akşam hava kararmaya başlamışken aklıma KSORa gitmek geliyor; tabi ya!
Bilgisayarı hızlıca kapatıp,
“Anne bakkala gidiyorum, 5 dakikaya gelirim!” Diyorum. Sesini çıkaran olmuyor.
Hızlı ve emin adımlarla KSORa vardığımda Orada öylece oturan birini görüyorum. Farklı biri. Ancak E.nin sahip olduğu bedene benzer tipler.
Yaklaştığımda kokuyu alıyor ve o olduğundan emin oluyorum. Simsiyah gozleri beni bir kaşık suda boğacak bıraksan.
“Merhaba.”
Beni boğmak için hazırda bekleyen elleri adeta kenetlenmiscesine sarıyor boğazımı. Sımsıkı. Nefes alamıyorum. Boynumun çatırdadigini duyuyorum. Mosmor kesildim belki de.
“Seni…” fısıldıyor. “Simdi burada hemen öldürüp yanıma alsam… Tek bir şey söyle. Yapmamam için.”
Çırpınıyorum.
Ellerini gevsetiyor.
“İstemiyorum..” daha önce işe yaramisti onu istememem. Yine işe yaramış olmalı ki, bogazim hurriyetine kavuşuyor.
Öksürüklere boğuluyorum. Oturduğum yerden önce ayağa kalkıyorum, sonra çömeliyorum. Aglamami durdurmam mümkün değil.
“kim kimi çağırıyormus söyle hadi! Ağlama aciz insan! Sen çağırdın! Hem benim, hem insanların olamazsin. Benimle ol. Yanıma gel. Sana ne vaad ettiğimden haberin var mı. O değersiz toprak yığını sana ne vaad ediyor? Onunla olsan bile xxxx tarihinde ölecek. Senden önce yani! -bu kısımdan sonrası buraya yazamayacağım şekilde gaybten bilgiler içeriyor.- ….. ben sana bunların hepsini verebilirim. Bu ve daha fazla bilgi. Lehvi Mahfuz. Aşağılanmis ve cehennemi hak etmiş bu insanlardan arın. O gün gelene değin benimle ortak ol. Sonunda kaybetsek bile.”
“İstemiyorum! İstemiyorum! Beni rahat bırak! İstemiyorum!”
Koşuyorum.
Eve, güvenli yuvama geri dönmeye çalışıyorum.
Kapıda beni annem büyük bir kaygı ile karşılıyor.
Babam odamda.
Bilgisayarimin başında.
“Bunlar ne bunlar, bunlar ne?”
Benim amiyane yazılmış tweetlerim.
Hiçbir şarkı sözünün şarkı sözü olduğunu bilmeyen babam.
Canım ellerinin arasında, bu gece kollarımı vucuduna sarasim var
Boku yedik.
Babam kipkirmizi suratiyla bana döndüğünde, gözleri daha da büyüyor.
“Bu boynuna ne oldu senin? Neredeydin lan sen? Hani bakkala gidiyordun, ne aldın?”
“Bakkal.. Kapali.. Yoktu.. Bakkalda yoktu.”
“Ne ulan ne? Kim öptü boynunu, bu yazdıkların ne?”
Bir yandan vuruyor.
Bir yandan sarsıyor.
Berbat yalanlar söylüyorum.
Berbat.
Ikna olmak zorunda ama elinde kalmamam için.
Twitteri benim adimla Şeydanin kullandığını söylüyorum.
Aşağı bakkala giderken, karşı binada oturan platonigim Omerle karşılaştigimi bana yalvarmaya başladığını ama benim reddettigimi söylüyorum. Ne alakaysa… Soylemeye çekindiğimi bu nedenle yalan söylediğimi ifade ediyorum. Çünkü esasinda boyle durumlara karşı medeni (?) bir insan. Yine de evinde fahişe yetiştirmek istemediğini bastıra bastıra söylüyor ve güzel bir dayak yiyorum, hayatımda ilk defa. Bugüne dek işlediğim bunca vukuatima ragmen, hiçbirinde yakalanmayan, sorguya dahi çekilmeyen ben, olabildiğim en aciz noktadayken, bu efsane dayağı yiyorum.
Babam yorulup tuvalete gittiginde annemle salona geçiyoruz.
Annem üzgün, ayni zamanda bu dayağı hakettigimi düşünür gibi bana bakıyor.
Gülmeye başlıyorum.
Tebessumum büyüyor ve kahkahalar atıyorum.
“Delirdi, mathilda delirdi. Aha kizi delirttin!”
“Hayır anne. Bu, bu bana cok iyi geldi, hem de çok!”
Babam odaya, beynimi patlatmadigi icin şükretmem gerektiğini söyleyerek giriş yapıyor.
Boylelikle dayak faslınin bittiğini anlıyoruz. Odalara dağılıyoruz.
Rahat bir uyku. Bunu tamamen hak ettim.
Pazar günü, öğüt ile geçiyor. Annem ve babam odama gelip, biraz da suçlanmis tavırla bana nasihat ediyorlar.
Keşke diyorum bu nasihatleri kayıt etmiş olsam.
Çünkü inanilmaz ama, bana işliyor.
Babam diyor ki,
“Bak kızım, bu dünyada genişçe bir daire düşün. İçinde 50 tane zevk ve eğlence var. İşte bu, helal dairedir.
Bu dairenin dışında, çevresinde, sürekli farklı guzel görünen ama bulaştın mi sana zarar veren şeyler dolaşır.
Simdi sen, elindeki, sana bahședilmis bu 50 şeyi terk edip ona tenezzul edersen, bir bakmışsın elindeki her şeyden olmuşsun.
Sen gel, elindeki ile yetin ve onlarla kendine bu daire içinde bir cennet inşa et. Seni uzecek, yıpratacak, gelip geçici hiçbir şeyi de alma içine. Bunu yalnızca sen yapabilirsin.”
Güzel konuştu.
Fazlasını da söyledi.
O akşam, yurda gitmeden evvel, ağladım, ağladım, ağladım. Ve yakardım.
Hiç bilmedigim, henuz tanışmadığım o tanrıya nasıl yapacağımı bilmeden, hadsiz ve kibirlice yalvardım.
“Allah! Eğer varsan… Eger gerçekten varsan… Sen… Beni kurtar! Beni sana inandır!”
Bir yıldız kayiyor.
Simsiyah gökyüzünden,
Penceremden akıp gidiyor.
Kalbime doluyor.
Ona tutunuyorum.
Umudum oluyor.